16 Eylül 2008 Salı

Amerika'da Turist Olmak

Amerika'ya turist olarak ilk gittiğinizde oradaki fiyatlar size ucuzmuş gibi gelebilir; ama oradaki fiyatlar buradaki fiyatlar gibi değil, bu yüzden de oldukça yanıltıcı. İşte size, Hollywood filmlerinde gösterilmeyen bazı küçük Amerika detayları.

Bir süpermarkete gidip alışveriş yaptınız (genelde turistlerin yapmadığı bir şey; bense çok severim yabancı bir ülkede süpermarkette dolaşmayı). Fiyatlarını uygun bulup aldığınız ürünlerle beraber kasaya yöneldiniz ve kredi kartıyla ödemenizi yapıp çıktınız. Şimdi fişinizi kontrol etme ve fiyatlara sonradan eklenen KDV'yi görme zamanı. Yani sizin raflarda gördüğünüz fiyatlar KDV'siz fiyatlarmış. Biraz kandırıldığınızı hisseder misiniz? Ben öyle hissetmiştim ilk seferinde.

Dahası bu KDV, eyaletten eyalete değişmekle kalmayıp, aynı eyalet içindeki bölgelere göre de değişebiliyor. Örneğin New York eyaletinde KDV en düşük %7 ile en yüksek %8.75 arasında değişiyor (2008 yılı verileri). Raf fiyatı değişmeyen bir ürüne evinizin olduğu bölgede verdiğiniz parayla, iş yerinizin olduğu bölgede verdiğiniz para farklı olabiliyor.

Amerikalılar da işin içinden çıkamayınca böyle şeyleri hesaplamayı çoktan bırakmışlar zaten. O yüzden dört işlem konusunda biraz sıkıntılılar. $11 tutan alışverişinizden sonra kasiyere $21 verirseniz, size kasayı gösterip $21 değil $11 vermeniz gerektiğini söylüyor. Para üstünü tam olarak almak ve elinizdeki bozuk paradan kurtulmak isterken "salak" damgası yiyorsunuz birden. Zaten bu devirde kredi kartıyla ödemeyip, nakit para kullanana ne denir? (Yanıt: Amerikalı veya Türk denmez; onlar borçla yaşamayı seviyorlar.)

Amerika'da dolaşırken ne zaman ne ödeyeğinizi bilmemeniz yeterince kötü bir durum; ama daha kötüsü de var: Bu uygulama sadece süpermarketlerde değil, her türlü alışverişte geçerli. En kötüsü ise lokantalar. Çünkü oralarda işin içine bir de bahşiş olayı giriyor.

Amerika'da lokantalarda bahşiş verilmesi dünyanın birçok yerinde olduğu gibi isteğe bağlı değil. Zorunlu! Vermezseniz garsonlar hiç yüzleri kızarmadan gelip sizden bahşişlerini açık açık istiyorlar. Amerika devleti her yerde aynı olan bir KDV oranını uygulayamazken, Amerikan lokantaları her yerde aynı bahşiş oranını istiyorlar sizden: %15. Böylece diğer ülkelere göre düşük olan Amerikan KDV oranlarını yükseltmeyi hedefliyor olabilirler. Paranın devlete değil de kendi ceplerine gidiyor olması küçük bir detay sadece.

Yani New York'taki bir lokantada $30'lık yemek yediniz ve size KDV dahil $32.1'lık bir hesap gelince iş bitmiyor. Üstüne bir de %15 bahşiş koyup hesabı $36.6 olarak ödemeniz gerekiyor. Bir seferinde ben $30'lık böyle bir yemek için $35 ödemiştim. Garson parayı alıp ortadan kaybolmuştu. İçeri gidip hemen bahşişin ne kadar olacağını hesaplamıs. Yaklaşık 4-5 dakika süren hesabı sonunda benim eksik verdiğime karar vermiş ve şefini de alıp "hakkını" aramak için geri gelmişti. $1.6'lık "hakkını" vermek zorunda kalmıştım elbette.

Bazen durum bundan daha kötü olabilir: Bahşişi iki defa vermek zorunda kalabilirsiniz. Nasıl mı? Bazı uyanık lokantalar, menüdeki fiyatları bahşiş dahil olarak yazıyorlar. Eğer menüyü dikkatlice okumamışsanız—ki zaten beklentileri çoğu müşterinin bunu yapmayacağı yönde—bahşişi bilmeden iki defa veriyorsunuz. İşte size (garsonlar için) fırsatlar ülkesi.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Hacıoğlu - Tercih Doğru - Hesap Yanlış

Geçenlerde—web sitesine göre "yılın güvenilir markası" (hangi yıl olduğu belli değil) ödülünü alan—Hacıoğlu Lahmacun'un lokantalarından birisinden içeri girip menülere hızlıca bir göz attım. Öğle yemeği için ne seçeneklerim olduğuna bakıyordum. Kasadaki çalışana, aslında Peymacun Menü istediğimi; ama kola yerine ayranlı bir seçeneğin olup olmadığın sordum. Yanıt olumlu olunca da menüyü almak istediğimi söyledim.

Önce içeriye 2 peymacun siparişimi bağırararak ileten kasiyer, sonra bana doğru dönerek ödemem gereken miktarı söyledi. İşte o sırada kafamda şüphecilik ve türkonomistlik şimşekleri aynı anda çakınca, kendimi uzun uzun bazı hesapları yapmak zorunda hissettim (yaklaşık 1-2 saniye). Sonra kasiyere hesabın yanlış olduğunu, daha doğrusu beni kandırmaya çalıştığını söyledim.

İçinde kola olan menünün fiyatıyla, ayranlı menü için kasiyerin benden istediği miktar aynıydı. Ayranın koladan daha ucuz bir içecek olduğunu bildiğim için, menü fiyatı bana gerçekten de içindeki ürünleri tek tek almaktan daha mı ucuza geliyordu? Fiyatları tek tek toplayınca çıkan miktar daha azdı. Yani menüde kola ayranla değiştirilince menü fiyatının düşmesi gerekiyordu, yoksa ürünleri tek tek almaktan daha çok para ödeyecektim.

Kasiyere bu yüzden hesabın yanlış olduğunu ve bunun beni kandırmak anlamına geldiğini söyledim (bilerek ya da bilmeyerek). Sonra da menü yerine 2 peymacun ve 1 ayranı ayrı ayrı hesaplamasını istedim. Sonuçta yaklaşık 50 kuruş kandırılmaktan kurtularak oradan ayrıldım. İnsanlık için küçük; ama bu yazıyı yazma sebebi olmak için yeterince büyük bir para.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

En Büyük Türkiye ...

Radikal'deki bir habere göre:
Goldman Sachs’ın tahminlerine göre, 2050 yılında, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya Ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkeleri (G7) geçecek olan Türkiye’nin, milli geliri 6 trilyon doları aşacak.
Bu tahmin üzerine Devlet Bakanı Mehmet Şimşek "Ben bunu her zaman söylüyorum" demiş. Sanki hükümetin veya Türkiye'nin bir başarısı gibiymiş konuşmuş. Aslında böyle ağızlardan böyle kandırmaca kokan laflar duymak şaşırtıcı bir durum olsa da, Mehmet Şimşek'in artık ekonomist sıfatıyla değil, politikacı sıfatıyla konuştuğunu düşünürsek anlaşılır bir durum.

Neden kandırmaca kokuyor bu laflar peki?

Birincisi, bir ülkenin toplam ekonomik büyüklüğü her ne kadar önemli olsa da, asıl önemli olanı kişi başına düşen gelirdir. Toplam ekonomik büyüklük, genelde nüfusun artışıyla beraber otomatik olarak artar. Bu yüzden bir ülkedeki yaşam kalitesini göstermesi açısından hiçbir değeri yoktur. Çin'in ekonomisi Türkiye'den büyüktür; ama Türkiye'de kişi başına düşen gelir daha yüksektir. İrlanda ve Norveç bu sıralamalarda gözükmezler bile (çünkü nüfusları az); ama Avrupa'daki en zengin ülkelerdendirler.

İkincisi, Türkiyen'in yanında bir çok diğer gelişmekte olan ülkenin de 2050 yılında toplam milli gelir sıralamasında üst sıralarda olacağı tahmin ediliyor. Aynı araştırmadaki tahminlere göre Çin, Brezilya, Rusya ve Meksika Türkiye'den daha üst sıralardalar. Yani ortada Türkiye'ye özgü bir durum söz konusu değil. Kısaca işin sırrı: Serbest piyasa ekonomisini mümkün olduğunca uygulamak ve üremek. Ben övünelecek bir durum göremedim.

Hıncal Uluç'un Hayali THY Şikayetleri

Hıncal Uluç bugünkü köşesinde THY'den şikayetçi olmuş:
Bu Star Alliance mıdır ne karın ağrısıdır, büyük reklamlarla duyurulan şeye üye olmak THY'ye yaramadı. ... son zamanlarda mide bulandıran sinekler birbiri ardına gelmeye başladı... Rötar doğallaştı. Zamanında kalkan uçağa şaşar olduk.
Hıncal Uluç elbette benden daha fazla uçmuştur. Peki nasıl oluyor da böyle bir tespitte bulunabiliyor anlamak zor; çünkü THY bence son zamanlarda hizmet kalitesi açısından eskiye göre çok daha iyi durumda.

Bir kere Hıncal Uluç'un şikayet etmeden önce bilmesi gereken ilk şey, Star Alliance üyeliğinin THY'nin hizmet kalitesiyle ilgisinin olmadığıdır. Nasıl ki Hıncal Uluç'un futbol kulübü üyeliği onun kişiliğini değiştirmez, THY'nin Star Alliance üyeliği de THY'yi değiştiremez. Bu üyeliğin hizmet kalitesini kötüleştirme gibi bir yan etkisi yoktur. Dünyanın en iyi havayollarından Singapur Havayollarının da Star Alliance üyesi olması buna en iyi örnek olarak gösterilebilir.

Serbest piyasa ekonomisi ve rekabet konularından pek anlamadığını düşündüğüm Hıncal Uluç, şöyle devam etmiş;
Bu ülkenin bayrağını taşıyan uçakların bu ülke hava limanlarında özel muamele görmesi de yok. Körüğe yanaşabilen THY uçağı, artık tatlı bir sürpriz.
Aynı mantıkla otobüs terminallerindeki en iyi peronları o şehrin otobüs firmalarına ayıralım. Bununla da kalmayalım hatta. Aynı şekilde yerli-yabancı ayrımını bankalara, otomobil şirketlerine, giyim firmalarına da uygulayalım. Örneğin en iyi yerlerde sadece yerli bankalar şube açabilsinler. Daha da iyisi, hemşeri olmayanların şehrimizde dükkan açmalarına izin vermeyelim.
... Şimdi, ben eşek yükü ile fark ödeyip, Business uçuyorum.
Eminim (?!) business sınıf uçuşun parasını Hıncal Uluç'un kendisi ödüyordur. Daha önce yemek yediği lokantalarda ondan para alınmaması gerektiğini yazan (çünkü halka hizmet etmekmiş bu yaptığı) kişi de Hıncal Uluç'tu. Hatırlamakta fayda var.
... Bindik.. Servis başladı.. O dillere destan yemeklere de nazar değmiş.. Şiş ve pilav.. Ben hayatımda bu kadar rezil bir şiş tattığımı hatırlamıyorum...
Hıncal Uluç, THY yemeklerini de beğenmemiş. Bense bu yemekleri mükemmel bulanları biliyorum. Ama bir konuda Hıncal Uluç'a hak vermek lazım: Bedava yemek yediği o lüks lokantaların yemekleri daha iyi oluyor.

Hıncal Uluç aynı yazıda daha başka bir çok şikayetini de sıralamış. THY ile onun yazdıklarından çok daha fazla ve ciddi sorun yaşamış biri olarak, Hıncal Uluç'un daha önce hangi THY ile uçtuğunu merak ediyorum doğrusu. Bu yazdıkları THY'nin olağan iyi hali çünkü.

Not: Eşim de aynı yazıyı okuyunca Hıncal Uluç'un şu iddiası dikkatini çekmiş: "Dünyanın her yerinde uçak yolcularını alır, yerleştirir. Business yolcuları daha sonra gelir." Hıncal Uluç'un yüzlerce defa business uçtuğuna eminim; ama dünyada bu iddiasının tam tersi bir durumun söz konusu olduğundan habersiz. Dünyada tam bir standart olmamasına rağmen, genelde ilk önce birinci sınıf, sonra business sınıf, en son da diğer yolcular uçağa binerler.

12 Haziran 2008 Perşembe

Havayolları Bizi Nasıl Kandırıyor?

Reklamlara bakacak olursanız, yıllardır uçak bileti fiyatlarının düşüşte olduğunu zannedersiniz. Örneğin, Pegasus geçenlerde 350 bin bedava bilet dağıtacağına dair ilanlar vermişti.
Pegasus, yoğun ilgi gören haftasonu kampanyalarına bir yenisini ekledi. Uçmanın kolay yolu Pegasus, bu kez 350 bin misafirine bilet ücreti ödemeden iç ve dış hatlarda uçma şansı sunuyor. Pegasus Web Sitesi

Bundan daha iyi fiyat olamaz herhalde. Bugün sitesine baktığımda da Almanya'ya biletin sadece 109 Lira olduğunun reklamı vardı. Bedava değil; ama 109 Lira da oldukça iyi bir fiyat. Gerçekteyse bütün bunlar sadece bir kandırmaca. Müşterilere karşı bir tür komplonun parçaları.

Pegasus web sitesinde birkaç deneme yaptım. Bir ay sonrasına İstanbul-Münih bileti almaya çalıştım. Sonuçta çıkan fiyat 300 Euro'nun üstünde oldu. Bir de İstanbul-Bodrum uçuşu denemeye karar verdim. Bu sefer iki ay sonrasına baktım ve karşıma gelen saat seçeneklerinden en ucuz olanlarını seçtim. Sonuç: Ağustos ayı için İstanbul-Bodrum arası 286 Lira. Bedavadan oldukça uzak fiyatlar değil mi?

Aynı şekilde THY ile de denemeler yaptım. İlk sayfada New York ve Nice gibi promosyonlu bilet fiyatlarının reklamları vardı. Çoğunun ortak özelliği ise promosyon süresinin geçmiş olmasıydı. Örneğin, 139 Euro fiyat ile reklamı yapılan Nice promosyonunun son günü 31 Mayıs. Bense 12 Haziran günü bakıyorum THY sitesine. Bu da elbette kandırmacanın bir parçası. Bilet fiyatlarını hala daha ucuzmuş gibi göstermek için uygulanan bir kandırmaca. Gerçekte, bu biletler hiçbir zaman ucuz değildi. 169 Euro diye reklamı yapılan İstanbul-Madrid uçuşunu deneyince gördüğüm gibi.

Bu uçuş için karşıma çıkan bilet fiyatı 1498,40 Lira oldu. Sanırım (?!) 169 Euro'dan çok daha fazla ediyor. Bu arada, reklam Euro kullanırken, gösterilen fiyat Lira cinsinden. Bu da başka bir kandırmaca: 169 Euro'yu Lira cinsinden yazsalardı daha büyük bir sayı ortaya çıkacaktı (yaklaşık 330 Lira). 169 Euro birçok insana 330 Liradan daha az gözükebileceği için bu yöntemi tercih etmişler. Bu konuda Pegasus'tan daha zekice davranmışlar. Çünkü Pegasus 109 Lira diye reklamını yaptığı uçuşun fiyatını bana 213 Euro olarak göstermişti. Halbuki 109 Lira yerine 55 Euro diye reklam da yapabilirlerdi.

Pegasus'un bedava biletleri yalan mı diye sorabilirsiniz. Yanıt evet. Çünkü Pegasus yolcularından biletleme ücreti olarak 10 Lira ve de bunun üstüne de havaalanı vergilerini istiyor. 286 Liralık İstanbul-Bodrum uçuşunun biletleme ücreti ve havaalanı vergileri toplam 83 Lira ediyor. Yani bu fiyatın altında İstanbul-Bodrum bileti alamazsınız. Peki 83 Liranın altında bilet fiyatı olmadığına göre, nasıl oluyor da Pegasus "bedava" diye reklam yapabiliyor?

Anlaşıldığı kadarıyla bu kandırmacalar Reklam Kurulu'nun da dikkatini çekmiş ki, THY ve Pegasus'a ayrı ayrı 60 bin Lira ceza vermiş:
Reklam Kurulu, THY ve Pegasus'a, ucuz bilet reklamlarında ilan edilen fiyatlara vergi ve diğer ücretlerin dahil edilmemesi suretiyle tüketicinin yanıltıldığı gerekçesiyle 60 bin'er YTL idari para ve reklamları durdurma cezası verdi.
Gördüğünüz gibi 60 bin Lira bu şirketler için caydırıcı olmamış; çünkü hala daha web sitelerinde yalan reklamlarla müşteri çekmeye çalışıyorlar.

Bir deney yapabilsek ve havayolu şirketlerinin pazarlama bölümü çalışanlarına Türkiye'de herşeyin bedava olduğunun ilanını verebilsek nasıl olurdu acaba? Örneğin "bu ayakkabı sizin için bedava" deseydik; ama iş satın almaya gelince "taşıma, işçilik, kira ve diğer ücretlerden dolayı 100 Lira ödemeniz gerekiyor". O zaman anlarlar mıydı yaptıklarının nasıl bir kandırmaca olduğunu?

29 Mart 2008 Cumartesi

Sağlık Sisteminde Savurganlık

Tıpta çok pahalıya mal olan bazı görüntüleme teknikleri kullanılıyor; örneğin MR gibi. MR çektirip resimleri ve teşhis mektubunu koltuğunuzun altına alıp gidiyorsunuz. Eğer teşhis ciddi bir hastalığa işaret etmiyorsa, resimleri de mektubu da unutuyorsunuz. Genellikle yıllar sonra bu resimler—kontrol için yeniden gerektiğinde—bir daha bulunamıyorlar. Hasta olarak bunları saklamadığınız gibi, bir sürü para verip MR çektirdiğiniz yerin de bunları saklanmadığını öğreniyorsunuz. Neden?

Neden bu kadar masraflı tanı yöntemleri sadece bir seferlik kullanılıyor ve sonra atılıyorlar? Filmleri DVD'ye kaydedip tekrar tekrar seyredebiliyoruz; ama bu görüntüleri saklayamıyoruz. O yüzden de birçok defa gereksiz yere aynı görüntüleme işlemi yeni baştan yapılıyor; bir önceki kayıp diye. Ne kadar gelişmiş olursa olsun, dünyada bu soruna çözüm bulmuş bir ülke yok. Bu savurganlık beni şaşırtıyor.

21 Şubat 2008 Perşembe

Sigara İçenler İkinci Sınıf Vatandaş mı?

Sigara konusu açılınca arada sırada duyduğum bir söz de şudur: "Sigara içenlere resmen ikinci sınıf vatandaş gibi davranılıyor." Özellikle bu sözü sigara içmeyen insanlardan duymak bana şaşırtıcı geliyor. Neden mi?

Düşünün ki öğle yemeği için bir lokantaya gittiniz. Yemek sırasında, etrafınızdaki masalaradan birileri arada sırada kalkıp yanınıza geliyor ve size bir yumruk attıktan sonra masasına geri dönüp yemeğine devam ediyor. Niye yaptıklarını sorduğunuzda size şöyle yanıt veriyorlar: "Yumruk atmak hoşuma gidiyor, bütün günün stresini üzerimden atıyor. Ayrıca kilomu korumam konusunda da yardımcı oluyor bana."

Şimdi de seksten sonra yanındaki eşine orgazm yumruğu atan birisini gözünüzün önüne getirin.

İşte, sigara içenlerin sigara içmeyenlere yaptıkları bu örneklerdeki yumruk atmaya benzetilebilir. Nasıl ki birlerinin size gelip yumruk atmasını kabul etmezsiniz, bulunduğunuz ortamda sigara içilmesini de kabul etmemeniz gerekir. Çünkü ikisi de birilerinin zevki için, sizin sağlığınızı tehlikeye atan durumlar. Ekonomi dilinde buna olumsuz dışsallık (İngilizce: negative externality) deniyor.

Bazıları bu yazdıklarıma karşı çıkıp, "sigara içmeyenler, sigara içenlerin olduğu yerlere gitmesin" önerisini getirebilirler. Ancak bunun uygulanması neredeyse imkansız; çünkü sigara içilmeyen lokanta, bar, kafe veya kahvehane yok gibi. Sigara içilmeyen bölümü olan lokantalarda bile bu bölümlere sigara dumanı doluyor. (Avrupa'nin ortasındaki bir ülkede, bir amerikan lokantasında, sigara içilmeyen yer isteyince bana tuvalet kapısının önündeki bir masayı vermişlerdi.) Kısacası, şimdiye kadar asıl sigara içmeyenelere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılıyordu.

Bazıları da sigaranın sadece sigara içenlere zarar verdiğini, buna kimsenin karışmaması gerektiğini iddia edebilir. Zaten kimse sigara içenlerin sadece kendilerine zarar vermelerine karışmıyor. Sigara yasaklarıyla engellenmek istenen, sigara içenlerin içmeyenlere verdiği zarar. Yoksa herkes istediği kadar sigarayı açık havada veya kendi evinde içme konusunda serbest. AB'nin gençleri sigaraya başlamamaya teşvik için hazırladığı web sitesine göre, AB'de her yıl yaklaşık 19 000 sigara içmeyen insan, sigara içenler yüzünden ölüyor. Amaç bu insanların öldürülmesini engellemek.

Bir dahaki sefere biri sizden izin almadan yanınızda sigara içmeye başlarsa, ona bir yumruk atmayı deneyin. Eğer bir şey demezse, sigara içmeye devam edebilir.

14 Şubat 2008 Perşembe

Sigara Yasakları ve Lokantalar

Özellikle bar ve lokanta sahipleri Türkiye'de uygulanması kararlaştırılan geniş kapsamlı sigara yasağına, bu yasağın müşteri sayılarını düşüreceği korkusuyla karşı çıkıyorlar. Türkiye'de bar sayısı gözardı edilebilecek kadar az olduğu için ben konuya lokanta sahiplerinin gözünden bakmaya çalışacağım. Sanırım lokanta sahipleri sigara yasağının sonuçlarının ne olacağını tam kestiremiyorlar:
  • Müşteriler lokantaya yemek ve içmek için gidiyorlar; sigara içmek için değil. Bu yüzden de sigara içen müşteri sayısında azalma olacağını beklemiyorum.
  • "Duman altı" olmaktan korktuğu için lokantalara uğramayan sigara içmeyenler, lokantaların müşteri sayısını arttırabilirler.
  • Eğer bu yasaklar gerçekten uygulanabilirse, Türkiye'de sigara içen sayısında azalma olacağını bekleyebiliriz. Hem bu yüzden, hem de lokantada sigara içememekten dolayı, müşterilerin daha çok harcama yapması beklenebilir. İştahı kapattığı bilinen sigara olmayınca, müşterilierin iştahlarında bir artış olacaktır. Bu da lokantaların satışlarını arttırmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak ben, sigara yasağının lokantalar için daha iyi olacağını düşünüyorum. Son yapılan araştırmalar da örneğin Avustralya ve İrlanda'daki yasakların lokanta ve hatta bar müşteri sayısını arttırdığını gösteriyor.

Dünyadaki gelişmiş ülkelerin çoğu Türkiye'nin planladığı sigara yasağına benzer yasakları çoktan uygulamaya başladılar bile. Ama Avrupa'daki iki ülke bu konuda Türkiye'nin de gerisindeler. Sigara içenler için cennet, içmeyenler için cehennem olan bu iki geri ülke şunlar: Almanya ve Avusturya.

25 Ocak 2008 Cuma

2007 Yabancı Fon Raporu

Forbes Türkiye'nin Ocak 2007 sayısında, Türkiye'de satılan fonların performansları karşılaştırılmış. Forbes'daki verilere göre, toplam 68 fon içinde sadece 3 tanesi İMKB 100 endeksinden daha iyi getiri sağlamışlar. Burada hemen şu soru akla geliyor: Yerli fon yöneticileri, yabancı fon yöneticilerinden daha mı başarısız? Sanırım bu sorunun yanıtı birçok insan için "evet". Medyadaki haberlere bakılacak olursa, Türkiye'de yabancılar borsadan çok iyi para kazanıyorlar.

Sorunun gerçek yanıtını bulabilmek için ben de yurtdışında satılan ve Türkiye'deki hisse senetlerine yatırım yapan fonların 2007 yılı getirilerini derledim. Yandaki tabloda bu getirileri yukarıdan aşağıya sıralı bir şekilde gösteriyorum. Hemen görüldüğü gibi, toplam 10 fon içinde İMKB 100 endeksinden daha iyi getiri sağlayan sadece bir tane fon var. Viyana'dan yönetilen ESPA Stock Istanbul fonu, diğer fonları açık ara geride bırakmış. Listedeki fonların çoğu Avrupa'dan yönetilen fonlar. Turkish Investment Fund Amerika'da borsa üzerinden alınıp satılabilen bir fon. Bu fon aynı zamanda en uzun süredir piyasada olan fon (1990 yılından beri). Listedeki son fon ise İŞ Bankası'nın yönettiği ve daha çok Almanya'daki yatırımcılara hitap eden bir fon.

Bu kadar veriden sonra sanırım şunları diyebiliriz:
  • Fonlara yatırım yapan yabancılar IMKB'de Türklerden daha çok para kazanmıyorlar.
  • Yerli ve yabancı yönetici farkı olmaksızın fonlar genelde endeksten daha kötü getiriyor.
Şimdi de şu soru akla geliyor: Yatırımcılar neden endeksten daha kötü getiren fonlara para yatırıyorlar?

18 Ocak 2008 Cuma

Pazarlama Guruları

Pazarlama gurularına dökülen paralar beni her zaman için şaşırtmıştır. Bunu iki sebebi var:
  1. Söyledikleri şeyleri internette iki dakika içinde bulup bedavaya okuyabilirsiniz.
  2. İddia edildiği gibi konularında uzman kişiler değiller. Tek başarıları, insanları yüksek paralar vererek onları dinlemeye ikna etmiş olmaları.
Bu konuda daha fazla yazmayıp, geçenlerde Uykusuz dergisinde bulduğum bir yazıyı sizinle paylaşacağım. Bu yazıyı, Barış Uygur'un akıl fikir ofisi adlı köşesinden aldım.