21 Aralık 2007 Cuma

2007: Bir Uçuş Macerası (2007: A Flight Odyssey)

Uçak yolculuklarında pilotlara hayatımızı emanet ediyoruz. O yüzden de bir uçak yolculuğundaki en önemli kişinin kim olduğu sorusuna yanıt çok basit: Kaptan pilot, yani uçaktaki en kıdemli pilot. Peki, bir kişinin önemli olması bizim ona gereksiz yetkiler vermemizi geçerli kılar mı?

Bana bu soruyu sorduran, Sun Express ile olan uluslararası uçuşumuza iki kedimizle birlikte çıkmaya kalkınca yaşadıklarımız oldu. Uçuşumuzun biletlerini aylar öncesinden almış ve kedilerimizle ilgili gerekli bütün bilgileri firmanın rezervasyon bölümüne iletmiştik. Her şeyin yolunda olduğuna dair onay gelince de tatil planlarımızı yapmaya başlamıştık. Bu, kedilerimizle ilk uçuşumuz olmadığı için bizim için olağan bir prosedürdü. Farklı olan ise, uçağa binerken yaşadıklarımız oldu.

Eğitimsiz Havaalanı ve Havayolu Çalışanları

Havaalanına gidince, önce bir yer görevlisi hiç de nazik sayılamayacak bir davranış ve ses tonuyla, sanki şüpheli bir davranış içerisindeymişiz gibi, kedileri yanımıza alıp alamayacağımızı pilota sorması gerektiğine karar verdi. Bu davranışı kurallardan habersiz olduğunun bir göstergesiydi elbette. Kabin içinde evcil hayvan taşınabileceğini hayatında duymayan birisine rastlamıştık anlaşılan. Eşim ve ben yüzlerce defa uçmuş insanlar olarak buna pek şaşırmadık. Birçok durumda kurallardan habersiz, işini doğru düzgün yapamayan ve de gerekli eğitimi almadan çalışan birçok yer görevlisi, hostes, rezervasyon memuru gibi insanlarla değişik sebeplerden dolayı tartışmış insanlar olarak, alışılmış bir durum yaşıyorduk. Bu sefer farklı olan ise standart prosedürleri olan, ki bunlar yerine getirilmişti, bir konuda pilota danışılması ve onun verdiği karardı.

Önce, sorun olmadığını söyleyip bizi uçağa gönderdiler; ama uçak kapısında pilotun eşim ve beni aynı sıradaki koltuklara oturtmama kararını ilettiler bize. Önce pilotun böyle bir kararı hangi mantığa dayandırarak verdiğini anlamakta zorlandık biraz. Kedilerin bir araya gelip, tırnaklarını da silah olarak kullanarak, uçağı Kuşadası’na kaçırma teşebbüsünde bulunmalarından korkmuş olabilir miydi acaba?

Asıl mantığı, güvenlikten sorumlu birisi bize daha sonra şöyle açıkladı: ‘Pilot, kedilerin yolculuk sırasında birbirleriyle kavga edebileceğini söylüyor. Kedilerin 13 yıldır beraber yaşadıklarına ve daha önce uçakla yolculuk ettiklerine de inanmıyor.

Pilotluk ve Zeka

Pilotların zeki olduklarını düşünürüz, karmaşık bir aracı kullanmayı başarmalarından dolayı olsa gerek. Ama bu zeki insanlardan biri çıkıp, iki ayrı kapalı kutudaki kedilerin, bu kapalı kutuların içinden birbirleriyle uzaktan kavga edebileceklerini ve bu durumun uçuş güvenliğini tehlikeye atabileceğini düşündüğünü söylerse, pilotları hala daha zeki insanlar olarak görmeye devam edebilir miyiz? Üstelik evcil hayvanların aşı karnelerinden sahipleri ve yaşlarıyla ilgili bilgileri görebileceğinden habersiz bu pilotun, daha önce hiç görmediği insanların yalan söylediklerini iddia edebilmesi de bana ‘zeki’ ve ‘pilot’ kelimelerini rahatça yan yana kullanılmaması gerektiğini göstermiş oldu.

Kapalı kutuların içindeki kedilerin kavga edip uçuş güvenliğini tehlikeye attığını gören veya duyan var mıdır? Elbette tarihte böyle bir olayla karşılaşılmamıştır. Ama uçakta kavga eden küçük çocuklara rastlama olasılığı çok daha yüksek olmasına rağmen, ne çocuklar uçağa binerken pilota sorulur, ne de birbirlerinden uzakta oturtulurlar.

Az sonra bu olayın bir sebebi olarak da Türk insanının hayvan düşmanlığından bahsedeceğim ama önce yazımın başındaki soruyu tekrarlamak istiyorum: Bir kişinin önemli olması bizim ona gereksiz yetkiler vermemizi geçerli kılar mı?

Modern Kurumlarda İş Paylaşımı

Modern toplumu ilkel toplumlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi iş paylaşımıdır. İlkel toplumlarda insanlar bütün işlerini kendileri yapmak zorundadırlar. Modern toplumlarda ise herkes uzmanlaştığı işlerle ilgilenir, böylece insan gücü daha verimli kullanılmış olur. Herkes en iyi yapabildiği işi yapar (en azından hedef budur). Modern toplumun kurumlarından olan havayolu şirketleri de böyle çalışırlar. Rezervasyonla pilot ilgilenmez. Hostes uçak uçurmaz. Benzer şekilde, evcil hayvanların uçuş güvenliğini tehlikeye atıp atmadığına karar vermek, normal durumlarda, pilotun görevi değildir.

Bizim durumumuzda da, Sun Express’in rezervasyon bölümü bize bileti satmadan önce karar vermiş ve biz uçağa binerken de normal şartlar hala daha devam ettiği için konu kapanmıştır. Normal olmayan durumlar için bazı havayolu firmalarının havaalanlarında uçuş güvenliğinden sorumlu çalışanları vardır ve bu kararı onlar verirler. Bunun sebebi pilotun en iyi yaptığı işe yoğunlaşmasını sağlamaktır.

Doğru işi yapmayan insan doğru zekâda görülmez. Dünyanın en zengin insanı Bill Gates’i marangoz olarak çalıştırdığınızı düşünün. Sizce ne kadar zeki bir marangoz görüntüsü çizerdi kafalarda?

Güç Yozlaştırır

Toplum ve kurumlar için bir diğer tehlike kaynağı da yozlaşmadır. İnsanların yozlaşmaları onlara verilen güçle doğru orantılı olarak artar. 19. yüzyıl tarihçilerinden Lord Acton bu gözlemi ünlü bir sözünde şöyle ölümsüzleştirmiştir: “Güç yozlaştırır”. Bu yozlaşma genelde politika alanında gösterir kendini. Bunun yanında gereksiz şekilde bazı kişilere aşırı gücün verildiği firmalarda da sıkça çıkar karşımıza. Çalışanlara verilen gereksiz yetkiler onlara gereksiz yere güç vermekle eşdeğerdir. Amerikan havayollarında pilotlara verilen bir yetki buna iyi bir örnek gösterilebilir. Bir Amerikan havayoluyla uçuyorsanız, sadece derinizin rengi yüzünden veya tipinizi beğenmediği icin pilot tarafından reddedilebilirsiniz. Pilotlara verilen bu yetkinin birden çok defa gelişigüzel kullanıldığını belki haberlerden izlemişsinizdir.

Son yıllarda hızla büyüyen havayolu taşımacılığı, beraberinde akut bir pilot açığı sorununu da getirdi. Böylece pilotların eline önemli bir koz geçmiş oldu. Geçen yıl Avrupa havayollarından birisinin pilotları, havayoluna başkaldırmış ve artık yer görevlileriyle beraber aynı yemekhanede yemek istemediklerini, kendilerine ayrı bir yemekhane açılmasını istemişlerdi. Vazgeçilmez oldukları bilincinin verdiği güçle kendilerini normal çalışanlardan daha üstün görmeye başlamışlardı. Havayolunun tepkisi bu gücü ellerinden almak oldu: Pilotların yaklaşık %20’si işlerinden çıkarıldı.

Hayvan Sevgisi(zliği) ve Lüks Tüketim

Ben, yaşadığımız olayda işini ve sorumluluğunu bilmeyen veya gereksiz yetkileri kullanan insanların yanında, diğer bir faktörün de çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. O da yukarıda kısaca bahsettiğim hayvan düşmanlığı.

Havaalanında karşılaştığımız görevlilerin bize bakışlarından ve davranışlarından ne düşündüklerini tahmin edebiliyorum. Birçoğunun düşüncesi şu: “Afrika’da açlar ölürken bunlar kedilere bir sürü para harcıyorlar.” Böyle düşünenlere söyleyeceklerim var.

Evet, Afrika’da açlar ölüyor ve de kedi beslemek bedavaya mal olmuyor. Ama kedi beslemek örneğin bir hostesin kuaför harcamalarından veya ayakkabı ve elbise masraflarından çok daha az. O yüzden ben de soruyorum: Afrika’da açlar ölürken nasıl kuaföre gidiyor, ayakkabı alıyor veya cep telefonu kullanabiliyorsunuz? Hele, Türkiye gibi lüks tüketime düşkün bir ülkede yaşayan insanlar olarak kedi besleyenlere nasıl bu gözle bakabilirsiniz? Hayatınızda hiç Afrikalılara yararınız dokundu mu? Nasıl oluyor da Afrika’da açlar ölürken bu ülke gazete ve dergilerinde sürekli diyet tarifleri yayımlanıyor?

Normale Dönüş

Bu yazıyı dönüş uçuşundan önce yazmaya başlamıştım ve burada ara verdim. Çünkü dönüş uçuşunda, her ne kadar olasılık az olsa da, aynı şeyin tekrar edip etmeyeceğini bilmiyordum. Şu anda dönüş uçuşundan sonra evde kedilerimle beraberim. Onlar televizyon karşısında kuş belgeseli izlerken, ben de yazıya devam ediyorum. Ne mi oldu?

Dönüş uçuşunda kimsenin aklına gereksiz birine, yani pilota, gelişigüzel karar verebileceği bir şeyi sorma fikri gelmedi. Herkes kendi işini olması gerektiği gibi yaptı. Böylece pilota sadece uçağı uçurmak, yani asıl görevini yapmak kaldı.

17 Aralık 2007 Pazartesi

Noel ve Tüketim Çılgınlığı

Eğer Aralık ayında Amerika veya Avrupa şehirlerinde dolaşmışsanız, tüketim çılgınlığının ne boyutlara ulaştığını görmüşsünüzdür. Özellikle normalde boş olan Avrupa sokaklarının birden bire nasıl Asya ülkelerininkiler kadar kalabalıklaştığına şahit olmak ilginç bir deneyim: Kendinizi çekik gözlü olmayan Çinlilerin ülkesinde hissediyorsunuz.

Amerika'da Şükran Günü ve Noel arasındaki yaklaşık bir aylık zaman tüketimin çılgınlık boyutlarına ulaştığı bir dönemi temsil ediyor. Bir yıllık satışlarının yaklaşık %25'ini bu ay içinde yapan perakendeciler, yıllık kârlarının ise yaklaşık %60'ını gene bu dönemde kazanıyorlar. Batı ekonomileri için bu dönemin önemi çok (ama çok) büyük.

Aynı dönem gene tüketicilerin en gereksiz alışverişlerini yaptıkları zamanı da temsil ediyor. Herkesin birbirine hediye aldığı bu zamanda, asla okunmayacak kitaplara, dinlenmeyecek CD'lere, izlenmeyecek DVD'lere, giyilmeyecek kıyafetlere, kullanılmayacak ıvır zıvıra dökülen paralar, aslında ekonomi için büyük kayıp teşkil ediyor.

Ekonomide dara kaybı (İngilizce deadweight loss) diye adlandırılan bu kaybın sebebi, ürünü satın alanların o ürünü kullanacak insanlar olmaması. Bir ürünü kullanacak kişi, o ürüne ne kadar para vermesi gerektiğine en iyi karar verebilecek kişidir. Ama Noel zamanı o ürünü alanlar genelde hediye etmek için aldıklarından, o ürüne gereğinden daha fazla para verirler. Elbette hediye edilen şeyin manevi değerinin parayla ölçülemeyeceğini de belirtmem lazım. Gene de sırf hediye vermiş olmak için harcanan paralar, bence çok daha yararlı amaçlar için kullanılabilirdi.