tag:blogger.com,1999:blog-85703660405112016942024-03-13T22:27:42.831+03:00TürkonomiksOrtaya Karışık Finans ve Ekonomi YazılarıTürkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.comBlogger26125tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-78977370223083536422009-09-21T12:00:00.000+03:002009-09-21T12:38:13.930+03:00Singapur'da Bir Başka Sıradışı Lokantaİlk Singapur'a gidişimizde denk geldiğimiz sıradışı bir lokanta hakkında daha önce yazmıştım. Singapur'a en son gidişimizde ise başka bir sıradışı lokantaya daha denk geldik (sanırım her gidişimizde sıradışı lokantalara denk geliyoruz). Bu lokantanın (<a href="http://www.qualityhotel.com.sg/incoutlet/lotus-restaurant.asp">Lotus Vegetarian Restaurant</a>) ilk sıradışılığı (bizim için değil; ama ortalama bir Türk müşterisi için) adından da anlaşılabileceği gibi vejetaryen bir lokanta olmasıydı. Asya mutfağından değişik vejetaryen lezzetleri, kişi başı yaklaşık 20 lira karşılığında açık büfe olarak yiyebiliyorsunuz. Lokantanın ikinci sıradışılığı ise menüde yazan bir uyarıydı: "<span style="font-weight: bold; font-style: italic;">Eğer hesabı öderken tabağınızda artık bırakmışsanız, bunun için para cezası vermeniz gerekir!</span>".<br /><br />İlk defa denk geldiğimiz bir uygulamaydı. Garsonla konu hakkında konuşurken bize, açık büfe lokantalarda aşırı israf olduğunu, bazı müşterilerin (özellikle Batılıların) sadece tadına bakmak için bir tabak dolusu yemeği alıp sonra da beğenmeyip bıraktıklarını, bunu engellemek için de birkaç yıl önce böyle bir uygulamayı başlattıklarını söyledi. Ben ve eşim bu uygulamayı çok yerinde bulduk. Örneğin Antalya'da her şey dahil otellere dikkatlice bakacak olursanız, her akşam bir köyü doyuracak kadar çok yemeğin arttığını; ama bunların köy yerine çöpe gittiğini görürsünüz.<br /><br />Çevre konusunda gördüğümüz en duyarlı ülkelerden birisi olan Singapur'da böyle bir şeyle karşılaşmak bizi mutlu etti. Darısı ülkemizdeki lokantaların başına.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Not:</span> İsraf etmenin bir tür gösteriş yöntemi olmasından dolayı (bakınız düğünler), bizde böyle bir uygulamanın pek tutacağını zannetmiyorum.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-59763119837636379012009-08-04T17:50:00.000+03:002009-08-05T14:03:52.550+03:00Singapur'da Bir Sıradışı LokantaSingapur'a eşimle beraber ilk gittiğimiz günün akşamı, akşam yemeğimiz için bir Hint lokantası aradık. Otelimizin yakınında tesadüfen bulduğumuz bir lokantaya girdiğimizde gördük ki lokanta açık büfeymiş. Görünürde ne garson ne de fiyat bilgisi vardı. Biz de diğer müşteriler gibi bir masa bulup oturduk ve açık büfeden yemek almaya başladık. Yemeğimiz bitip de hesabı ödemek isteyince elinde fatura olmadan yanımıza gelen bir garson bize "<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">ne kadar ödeyeceksiniz?</span>" diye sordu. Bu soruya şaşıran eşim soruyla karşılık verdi "<span style="font-weight: bold; font-style: italic;">ne kadar ödememiz gerekiyor?</span>". Garson, lokantada yiyeceklerin fiyatının olmadığını, ne ödersek onu kabul ettiklerini söyledi; "<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">isterseniz ödemenden de çıkabilirsiz</span>" dedi.<br /><br />Daha Singapur'da ilk günümüz olmasından dolayı fiyatlar hakkında tam bir bilgimiz yoktu. O yüzden de sanırım yemek için ortalamanın üstünde para ödedik; ama böyle bir tecrübe için az bile sayılırdı.<br /><br />Daha sonra lokantanın işletmecisiyle de konuşma fırsatımız oldu. Bize, bu tip lokantayı dünyanın her yerinde açamıyacaklarını, sadece Asya'daki birkaç ülkede var olduklarını söyledi. O zamandan beri de kendimize soruyoruz: "<span style="font-weight: bold; font-style: italic;">Eğer Türkiye'de açsalar, kaç gün içinde kapanmak zorunda kalırlard</span><span style="font-weight: bold; font-style: italic;">ı</span><span style="font-weight: bold; font-style: italic;">?</span>" diye.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-8098915298902831912009-07-27T15:46:00.014+03:002009-07-27T17:04:48.737+03:00Sigara Yasağı ve Banu Güven"<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">Fena halde duman altı olan mekânlarda bulunmaktan hoşlanmayan</span>" ama nedense sigara içerek o mekanların fena duman altı olmasına sebep olanlardan birisi de <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Banu_G%C3%BCven">Banu Güven</a>'miş. Radikal'in Cumartesi ekinde, o da Haşmet Babaoğlu gibi sigara yasaklarına <a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=946622&Yazar=BANU%20G%DCVEN&Date=26.07.2009&CategoryID=41">karşı çıkmış</a>. Banu Güven'in bir komplo teorisi yok, çok daha anlaşılır savları var. Haşmet Babaoğlu'na <a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2009/07/sigara-yasag-ve-hasmet-babaoglu.html">yanıt verdiğim</a> gibi, ona da yanıt vermek istiyorum; çünkü dumanının rengi uymasa da, sigaranın tiryakilerine dünyayı ne kadar pembe gösterdiğine ve gözlerini gerçeklere kapattığına şaşıyorum.<br /><blockquote>Açıkçası fena halde duman altı olan mekânlarda bulunmaktan ben de hoşlanmıyorum.<br />Ama ne yapıyorum? Oralara gitmiyorum.</blockquote>Nerelere gidiyorsunuz peki? Eşimle geçen yaz Nişantaşı'nda lokanta aradığımızda, bir tane bile sigara içilmeyen lokanta bulamadık. Sigara içenlerin görmezden gelip, "<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">içmeyenler içilen yerlere gitmesin</span>" diye kısadan kestirip attıkları bir şeydir bu. İyi de sigara içmeyenler nereye gitsin? Gidilecek yer yok(tu)!<br /><blockquote>Eskiler bir mekânda buluşup kahve ve sigaraya eşlik eden uzun muhabbetleri özlerken, onlar (gençler) bu zevkten haberdar bile olmayacak.</blockquote>Eroin ve kokainle beraber muhabbetlerin daha zevkli olduğunu duydum. Sanırım Banu Güven'in de bu zevklerden haberi yok. Ama bu tür uyuşturucu maddeler de yasak maalesef. Onları da serbest bırakalım mı?<br /><blockquote>Arada bir gözüme takılır, iki kız arkadaş bir kahvehanede buluşurlar, kahve ya da çay söylenir. Çantalardan sigaralar çıkarılır ve ‘beğenilen çocuk’ konuşulur, dedikodu yapılır. Sonra eve gitme saati gelir. Çikletler atılır ağza, kalkılır. Bu çocuklar ne yapacak şimdi?</blockquote>Söyleyeyim: İki kız arkadaş kahvehanede buluşurlar, kahve ya da çay söylerler. Dumansız ve başkalarını zehirlemedikleri bu ortamda içtiklerinin tadına vara vara ‘beğenilen çocuk’tan bahsederler, dedikodu yaparlar. Sonra eve gitme saati gelir. Ve giderler.<br /><blockquote>Ama iş bu kadarla sınırlı kalır mı o da bilinmez, çünkü duman avcıları açık havada sigara içene de gıcık kapmakta. Tamam, açık havada da dumanın nereye gittiğine bir bakmak lazım. O mavi duman yanındakinin burnuna giriyorsa, içici bile olsa rahatsızlık verebilir, biraz dikkat edersin, olur biter.</blockquote>Ne yazık ki Banu Güven bize bu ideal içicilerin hangi gezegende yaşadığını söylememiş; çünkü bu gezegende ben sigara içmeyenleri düşünen bir içiciye daha rastlamadım. Hatta şöyle söyleyebilirim, gördüğüm bütün insanlar içinde etrafına duyarlılık konusunda en saygısız olanları sigara içenler. Daha bu yazıyı yazmaya başlamadan 2 saat kadar önce, kırmızı ışıkta dururken yanımdakinden 5 metre kadar uzaklaşmak zorunda kaldım. Duman doğrudan doğruya bana geliyordu ve baca gibi tüten yanımdaki bu kişinin dünyayı umursadığı yoktu.<br /><blockquote>Sanmayın ki ben fena tiryakiyim ve bu yüzden köpürüyorum. Daha önce de yazdım, değilim, hatta bazen gün içinde sigara içmeyi unutabilirim bile. Ama akşam bir yemeğin ardından, içki içip müzik dinlerken ya da arkadaşımla kahve içerken bu mereti tüttürmeyi severim.</blockquote>Banu Güven'in tüttürdüğü her yer benim gibiler için dumanaltı yer demektir; çünkü o tip yerlerde etrafımdaki masalarda sürekli onun gibi tüttürenler vardır.<br /><blockquote>Türkiye’deki gıda tüketimi alışkanlığı, sağlığı en az sigara kadar tehdit ediyor.</blockquote>Bize ne bundan? "Her koyun kendi bacağından asılır" ama sigara içenler suçsuz başka koyunların da bacaklarından asılmasına sebep oluyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-70937849398610444002009-07-23T23:37:00.017+03:002009-07-27T17:06:02.360+03:00Sigara Yasağı ve Haşmet BabaoğluSigara yasağı hakkında daha önce iki defa yazdım. Bu yazıların <a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2008/02/sigara-yasaklar-ve-lokantalar.html">ilkinde</a> aslında yasağın lokantalar için avantajlı olduğunu, <a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2008/02/sigara-ienler-ikinci-snf-vatanda-m.html">ikincisinde</a> ise yasağın neden gerekli olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Bugün Sabah gazetesinde Haşmet Babaoğlu'nun <a href="http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/07/23/sigara_yasagi_baslangic">yazısını</a> görünce yeniden bu konuda yazmam gerektiğini düşündüm. Büyük olasılıkla Haşmet Babaoğlu yaşadığı sürece benim bu yazımdan haberdar olmayacak; ama ben gene de ona yanıt vereceğim.<br /><br />Yazdıklarından anladığım kadarıyla Haşmet Babaoğlu sigara içmiyor ya da kendini tiryaki olarak görmüyor. O yüzden de "ortak yaşam alanlarımızın sigara dumanından ve kokusundan arınması" onu memnun etmiş. Buna rağmen bu yasaklardan rahatsızlık duyuyor; çünkü sağlık endüstrisinin komplosuna kurban gittiğimizi düşünüyor. Yazımın bundan sonraki kısmı, Haşmet Babaoğlu'nun yazısından alıntılara yanıt niteliğinde olacak.<br /><br /><blockquote>Bu yasağın kaynağı <b>bizi sürekli korkutan, tehdit eden, disipline sokan sağlık ideolojisi ve endüstrisi.<br /></b>Yani emir "<b>yüksek yer"</b>den geliyor!</blockquote>Sağlık endüstrisi ancak sağlıksız olduğumuz sürece para kazanabilir. Sigarayı yasaklatmak o yüzden bu endüstrinin çıkarlarına aykırı olurdu. Bu arada ben, diğer bazı komplocu yazarlardan edindiğim bilgilerden dolayı Türkiye'yi masonlar yönetiyor zannediyordum. Yönetim ne zaman Kardiyoloji veya Onkoloji tarikatının eline geçti?<br /><blockquote>Yurttaşlarının düzgün ve ucuz sağlık hizmeti almasını önemsemeyen; küresel ısınmayı, çevre kirliliğini bir tarafına takmayan hükümetler <b>"sağlıklı yaşam" </b>adına yurttaşlarına sigarayı yasaklıyor.<br />Tuhaf bir manzara, öyle değil mi?</blockquote> Öyle değil! Çünkü Avrupa'daki hükümetler yurttaşlarının düzgün ve ucuz sağlık hizmeti almasına çok önem verdikleri gibi küresel ısınma ve çevre kirliliği konusunda da çok duyarlılar. Belki Haşmet Babaoğlu için şaşırtıcı olacak ama, tam da bütün bunları yaptıkları için sigara yasağına da önem veriyorlar. Yoksa yüklüce vergi aldıkları bir ürünün satışının azalmasını istemezlerdi.<br /><b></b><blockquote><b>"Yan masada birisi sigara içer de doğacak evladım hasta olur" </b>diye tedirgin olan genç kadınlar görüyorum...</blockquote>Hamile kadınların bu tip konulara aşırı duyarlı oldukları bilinen ve genelde anlayışla karşılanan bir durum (Haşmet Babaoğlu pek anlayışla karşılamıyor anlaşılan). Hatta bırakın sigaradan tedirgin olmalarını, çay ve kahve içmeyenler, parfüm kullanmayanlar var. Bunların hiçbirini sağlık endüstrisi söylemiyor.<br /><blockquote>Yoksulmuş, yoksunmuş, başı bin türlü beladaymış, bir ayağı zaten çukurdaymış, bütün bunları hiç düşünmeyen ama <b>"öldürür" </b>diye kendini sigarayla mücadeleye adayanları tanıyorum.</blockquote>Yoksulların sağlıklı ve uzun yaşama isteği garip mi? Yoksulların ölümden korkmamaları mı gerekiyor? Sadece zengin köşe yazarları mı sağlığına dikkat etme lüksüne sahip?<br /><blockquote>Ortada gayet <b>"medeni"</b>, anlamlı ve bilimsellikten yana bir toplumsal tercih varmış gibi görünüyor...</blockquote>Sadece görünmüyor; ortada <a href="http://www.kanser.org/toplum/sigara_zararlari.php">bilimsel</a> <a href="http://www.tkd.org.tr/pages.asp?pg=260">verilerin</a> ışığında verilmiş oldukça medeni bir tercih var (ama toplumun değil devletin tercihi; çünkü toplumun bireylerinin çoğu sigara içiyor).<br /><blockquote>Neden sigaradan başka "<b>kötülükler</b>" karşısında aynı cevval kararlılığı gösteremiyoruz?</blockquote>Bilmiyorum neden? Bütün kötülüklere karşı aynı anda savaşamıyorsak, hepsini birden boş mu verelim yani?<br /><blockquote>Peki yarın öbür gün <b>şişmanlar, şeker ve alkol kullanımı </b>ve daha birçok şey bu <b>totaliter seferberlik içinde "tu kaka" ilan edilmekten </b>paçasını kurtarabilecek mi? Sanmam!</blockquote>Ben sanırım; çünkü bu sayılanlar başkalarına zarar vermiyor. Burada bir daha tekrar ediyorum: Sigara yasaklarıyla amaçlanan sigara içenlerin içmeyenlere verdiği zararı engellemek. Şişmanlar kendilerinden başka kimsenin sağlığını tehlikeye atmıyorlar.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-16172282802940181062009-07-16T17:45:00.004+03:002009-07-20T16:56:40.719+03:00Bir Paket Sigaranın MaliyetiBBC'deki <a href="http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/8152278.stm">bir habere göre</a>, Amerika'lı Josh Muszynski'nin banka kartına, benzin istasyonundan aldığı <span style="font-weight: bold;">bir</span> paket sigara için 23,148,855,308,184,500 Dolar borç yazılmış (yazıyla 23 katrilyon 148 trilyon 855 milyar 308 milyon 184 bin 500 Dolar).<br /><br />Sigaranın ne kadar pahalıya mal olabileceğini anlamış mı bilmiyorum. Neyse ki bankası bizdeki gibi "<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">önce öde, sonra şikayet et</span>" dememiş.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-30731405672346222862008-09-16T11:14:00.001+03:002008-09-16T15:05:58.486+03:00Amerika'da Turist OlmakAmerika'ya turist olarak ilk gittiğinizde oradaki fiyatlar size ucuzmuş gibi gelebilir; ama <span style="font-weight: bold;">oradaki</span> fiyatlar <span style="font-weight: bold;">buradaki</span> fiyatlar gibi değil, bu yüzden de oldukça yanıltıcı. İşte size, Hollywood filmlerinde gösterilmeyen bazı küçük Amerika detayları.<br /><br />Bir süpermarkete gidip alışveriş yaptınız (genelde turistlerin yapmadığı bir şey; bense çok severim yabancı bir ülkede süpermarkette dolaşmayı). Fiyatlarını uygun bulup aldığınız ürünlerle beraber kasaya yöneldiniz ve kredi kartıyla ödemenizi yapıp çıktınız. Şimdi fişinizi kontrol etme ve <span style="font-weight: bold;">fiyatlara sonradan eklenen KDV'yi</span> görme zamanı. Yani sizin raflarda gördüğünüz fiyatlar KDV'siz fiyatlarmış. Biraz kandırıldığınızı hisseder misiniz? Ben öyle hissetmiştim ilk seferinde.<br /><br />Dahası bu KDV, eyaletten eyalete değişmekle kalmayıp, aynı eyalet içindeki bölgelere göre de değişebiliyor. Örneğin New York eyaletinde KDV en düşük %7 ile en yüksek %8.75 arasında değişiyor (2008 yılı verileri). Raf fiyatı değişmeyen bir ürüne evinizin olduğu bölgede verdiğiniz parayla, iş yerinizin olduğu bölgede verdiğiniz para farklı olabiliyor.<br /><br />Amerikalılar da işin içinden çıkamayınca böyle şeyleri hesaplamayı çoktan bırakmışlar zaten. O yüzden dört işlem konusunda biraz sıkıntılılar. $11 tutan alışverişinizden sonra kasiyere $21 verirseniz, size kasayı gösterip $21 değil $11 vermeniz gerektiğini söylüyor. Para üstünü tam olarak almak ve elinizdeki bozuk paradan kurtulmak isterken "salak" damgası yiyorsunuz birden. Zaten bu devirde kredi kartıyla ödemeyip, nakit para kullanana ne denir? (Yanıt: Amerikalı veya Türk denmez; onlar borçla yaşamayı seviyorlar.)<br /><br />Amerika'da dolaşırken ne zaman ne ödeyeğinizi bilmemeniz yeterince kötü bir durum; ama daha kötüsü de var: Bu uygulama sadece süpermarketlerde değil, her türlü alışverişte geçerli. En kötüsü ise lokantalar. Çünkü oralarda işin içine bir de bahşiş olayı giriyor.<br /><br />Amerika'da lokantalarda bahşiş verilmesi dünyanın birçok yerinde olduğu gibi isteğe bağlı <span style="font-weight: bold;">değil</span>. <span style="font-weight: bold;">Zorunlu!</span> Vermezseniz garsonlar hiç yüzleri kızarmadan gelip sizden bahşişlerini açık açık istiyorlar. Amerika devleti her yerde aynı olan bir KDV oranını uygulayamazken, Amerikan lokantaları her yerde aynı bahşiş oranını istiyorlar sizden: %15. Böylece diğer ülkelere göre düşük olan Amerikan KDV oranlarını yükseltmeyi hedefliyor olabilirler. Paranın devlete değil de kendi ceplerine gidiyor olması küçük bir detay sadece.<br /><br />Yani New York'taki bir lokantada $30'lık yemek yediniz ve size KDV dahil $32.1'lık bir hesap gelince iş bitmiyor. Üstüne bir de %15 bahşiş koyup hesabı $36.6 olarak ödemeniz gerekiyor. Bir seferinde ben $30'lık böyle bir yemek için $35 ödemiştim. Garson parayı alıp ortadan kaybolmuştu. İçeri gidip hemen bahşişin ne kadar olacağını hesaplamıs. Yaklaşık 4-5 dakika süren hesabı sonunda benim eksik verdiğime karar vermiş ve şefini de alıp "hakkını" aramak için geri gelmişti. $1.6'lık "hakkını" vermek zorunda kalmıştım elbette.<br /><br />Bazen durum bundan daha kötü olabilir: Bahşişi iki defa vermek zorunda kalabilirsiniz. Nasıl mı? Bazı uyanık lokantalar, menüdeki fiyatları bahşiş dahil olarak yazıyorlar. Eğer menüyü dikkatlice okumamışsanız—ki zaten beklentileri çoğu müşterinin bunu yapmayacağı yönde—bahşişi bilmeden iki defa veriyorsunuz. İşte size (garsonlar için) fırsatlar ülkesi.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-28508662807260399282008-08-27T10:56:00.003+03:002009-07-17T13:52:45.828+03:00Hacıoğlu - Tercih Doğru - Hesap YanlışGeçenlerde—<a href="http://www.hacioglu.com.tr/">web sitesine</a> göre "yılın güvenilir markası" (hangi yıl olduğu belli değil) ödülünü alan—Hacıoğlu Lahmacun'un lokantalarından birisinden içeri girip menülere hızlıca bir göz attım. Öğle yemeği için ne seçeneklerim olduğuna bakıyordum. Kasadaki çalışana, aslında Peymacun Menü istediğimi; ama <span style="font-weight: bold;">kola yerine ayranlı</span> bir seçeneğin olup olmadığın sordum. Yanıt olumlu olunca da menüyü almak istediğimi söyledim.<br /><br />Önce içeriye 2 peymacun siparişimi bağırararak ileten kasiyer, sonra bana doğru dönerek ödemem gereken miktarı söyledi. İşte o sırada kafamda <span style="font-style: italic;">şüphecilik ve türkonomistlik</span> şimşekleri aynı anda çakınca, kendimi uzun uzun bazı hesapları yapmak zorunda hissettim (yaklaşık 1-2 saniye). Sonra kasiyere hesabın yanlış olduğunu, daha doğrusu beni kandırmaya çalıştığını söyledim.<br /><br />İçinde kola olan menünün fiyatıyla, ayranlı menü için kasiyerin benden istediği miktar aynıydı. Ayranın koladan daha ucuz bir içecek olduğunu bildiğim için, menü fiyatı bana gerçekten de içindeki ürünleri tek tek almaktan daha mı ucuza geliyordu? Fiyatları tek tek toplayınca çıkan miktar daha azdı. Yani menüde kola ayranla değiştirilince menü fiyatının düşmesi gerekiyordu, yoksa ürünleri <span style="font-weight: bold;">tek tek almaktan daha çok</span> para ödeyecektim.<br /><br />Kasiyere bu yüzden hesabın yanlış olduğunu ve bunun beni kandırmak anlamına geldiğini söyledim (bilerek ya da bilmeyerek). Sonra da menü yerine 2 peymacun ve 1 ayranı ayrı ayrı hesaplamasını istedim. Sonuçta yaklaşık 50 kuruş kandırılmaktan kurtularak oradan ayrıldım. İnsanlık için küçük; ama bu yazıyı yazma sebebi olmak için yeterince büyük bir para.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-5697073979852262322008-07-30T17:11:00.005+03:002008-09-16T14:37:24.582+03:00En Büyük Türkiye ...Radikal'deki <a href="http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=890702&Date=30.07.2008&CategoryID=80">bir habere</a> göre:<br /><blockquote>Goldman Sachs’ın tahminlerine göre, 2050 yılında, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya Ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkeleri (G7) geçecek olan Türkiye’nin, milli geliri 6 trilyon doları aşacak.</blockquote>Bu tahmin üzerine Devlet Bakanı Mehmet Şimşek "<span style="font-style: italic;">Ben bunu her zaman söylüyorum</span>" demiş. Sanki hükümetin veya Türkiye'nin bir başarısı gibiymiş konuşmuş. Aslında böyle ağızlardan böyle <span style="font-weight: bold;">kandırmaca kokan</span> laflar duymak şaşırtıcı bir durum olsa da, Mehmet Şimşek'in artık ekonomist sıfatıyla değil, politikacı sıfatıyla konuştuğunu düşünürsek anlaşılır bir durum.<br /><br />Neden kandırmaca kokuyor bu laflar peki?<br /><br />Birincisi, bir ülkenin toplam ekonomik büyüklüğü her ne kadar önemli olsa da, asıl önemli olanı kişi başına düşen gelirdir. Toplam ekonomik büyüklük, genelde nüfusun artışıyla beraber otomatik olarak artar. Bu yüzden bir ülkedeki yaşam kalitesini göstermesi açısından hiçbir değeri yoktur. Çin'in ekonomisi Türkiye'den büyüktür; ama Türkiye'de kişi başına düşen gelir daha yüksektir. İrlanda ve Norveç bu sıralamalarda gözükmezler bile (çünkü nüfusları az); ama Avrupa'daki en zengin ülkelerdendirler.<br /><br />İkincisi, Türkiyen'in yanında bir çok diğer gelişmekte olan ülkenin de 2050 yılında toplam milli gelir sıralamasında üst sıralarda olacağı tahmin ediliyor. Aynı araştırmadaki tahminlere göre Çin, Brezilya, Rusya ve Meksika Türkiye'den daha üst sıralardalar. Yani ortada Türkiye'ye özgü bir durum söz konusu değil. Kısaca işin sırrı: Serbest piyasa ekonomisini mümkün olduğunca uygulamak ve <span style="font-weight: bold;">üremek</span>. Ben övünelecek bir durum göremedim.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-79706471793877040012008-07-30T13:25:00.010+03:002008-09-01T17:39:51.412+03:00Hıncal Uluç'un Hayali THY ŞikayetleriHıncal Uluç <a href="http://www.sabah.com.tr/haber,1A54E0E05F1941E981CEE8CDB67D6C29.html">bugünkü köşesinde</a> THY'den şikayetçi olmuş:<br /><blockquote>Bu Star Alliance mıdır ne karın ağrısıdır, büyük reklamlarla duyurulan şeye üye olmak THY'ye yaramadı. ... son zamanlarda mide bulandıran sinekler birbiri ardına gelmeye başladı... Rötar doğallaştı. Zamanında kalkan uçağa şaşar olduk.</blockquote>Hıncal Uluç elbette benden daha fazla uçmuştur. Peki nasıl oluyor da böyle bir tespitte bulunabiliyor anlamak zor; çünkü THY bence son zamanlarda hizmet kalitesi açısından eskiye göre çok daha iyi durumda.<br /><br />Bir kere Hıncal Uluç'un şikayet etmeden önce bilmesi gereken ilk şey, Star Alliance üyeliğinin THY'nin hizmet kalitesiyle ilgisinin olmadığıdır. Nasıl ki Hıncal Uluç'un futbol kulübü üyeliği onun kişiliğini değiştirmez, THY'nin Star Alliance üyeliği de THY'yi değiştiremez. Bu üyeliğin hizmet kalitesini kötüleştirme gibi bir yan etkisi yoktur. Dünyanın <span style="font-weight: bold;">en iyi</span> havayollarından Singapur Havayollarının da Star Alliance üyesi olması buna en iyi örnek olarak gösterilebilir.<br /><br />Serbest piyasa ekonomisi ve rekabet konularından pek anlamadığını düşündüğüm Hıncal Uluç, şöyle devam etmiş;<br /><blockquote>Bu ülkenin bayrağını taşıyan uçakların bu ülke hava limanlarında özel muamele görmesi de yok. Körüğe yanaşabilen THY uçağı, artık tatlı bir sürpriz.</blockquote>Aynı mantıkla otobüs terminallerindeki en iyi peronları o şehrin otobüs firmalarına ayıralım. Bununla da kalmayalım hatta. Aynı şekilde yerli-yabancı ayrımını bankalara, otomobil şirketlerine, giyim firmalarına da uygulayalım. Örneğin en iyi yerlerde sadece yerli bankalar şube açabilsinler. Daha da iyisi, hemşeri olmayanların şehrimizde dükkan açmalarına izin vermeyelim.<br /><blockquote>... Şimdi, ben eşek yükü ile fark ödeyip, Business uçuyorum.</blockquote>Eminim (?!) <span style="font-style: italic;">business</span> sınıf uçuşun parasını Hıncal Uluç'un kendisi ödüyordur. Daha önce yemek yediği lokantalarda ondan para alınmaması gerektiğini yazan (çünkü halka hizmet etmekmiş bu yaptığı) kişi de Hıncal Uluç'tu. Hatırlamakta fayda var.<br /><blockquote>... Bindik.. Servis başladı.. O dillere destan yemeklere de nazar değmiş.. Şiş ve pilav.. Ben hayatımda bu kadar rezil bir şiş tattığımı hatırlamıyorum...</blockquote>Hıncal Uluç, THY yemeklerini de beğenmemiş. Bense bu yemekleri mükemmel bulanları biliyorum. Ama bir konuda Hıncal Uluç'a hak vermek lazım: <span style="font-weight: bold;">Bedava</span> yemek yediği o lüks lokantaların yemekleri daha iyi oluyor.<br /><br />Hıncal Uluç aynı yazıda daha başka bir çok şikayetini de sıralamış. THY ile onun yazdıklarından çok daha fazla ve <span style="font-weight: bold;">ciddi</span> sorun yaşamış biri olarak, Hıncal Uluç'un daha önce hangi THY ile uçtuğunu merak ediyorum doğrusu. Bu yazdıkları THY'nin <span style="font-weight: bold;">olağan</span><span style="font-weight: bold;"> iyi</span> hali çünkü.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Not:</span> Eşim de aynı yazıyı okuyunca Hıncal Uluç'un şu iddiası dikkatini çekmiş: "<span style="font-style: italic;">Dünyanın her yerinde uçak yolcularını alır, yerleştirir. Business yolcuları daha sonra gelir.</span>" Hıncal Uluç'un yüzlerce defa <span style="font-style: italic;">business</span> uçtuğuna eminim; ama dünyada bu iddiasının tam tersi bir durumun söz konusu olduğundan habersiz. Dünyada tam bir standart olmamasına rağmen, genelde ilk önce <span style="font-style: italic;">birinci</span> sınıf, sonra <span style="font-style: italic;">business</span> sınıf, en son da diğer yolcular uçağa binerler.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-40253075625364523872008-06-12T17:57:00.011+03:002008-08-27T11:29:55.899+03:00Havayolları Bizi Nasıl Kandırıyor?Reklamlara bakacak olursanız, yıllardır uçak bileti fiyatlarının düşüşte olduğunu zannedersiniz. Örneğin, Pegasus geçenlerde 350 bin bedava bilet dağıtacağına dair ilanlar vermişti.<br /><blockquote>Pegasus, yoğun ilgi gören haftasonu kampanyalarına bir yenisini ekledi. Uçmanın kolay yolu Pegasus, bu kez 350 bin misafirine bilet ücreti ödemeden iç ve dış hatlarda uçma şansı sunuyor. <a href="http://www.flypgs.com/">Pegasus Web Sitesi</a><br /></blockquote><br />Bundan daha iyi fiyat olamaz herhalde. Bugün sitesine baktığımda da Almanya'ya biletin sadece 109 Lira olduğunun reklamı vardı. Bedava değil; ama 109 Lira da oldukça iyi bir fiyat. Gerçekteyse bütün bunlar sadece bir <span style="font-weight: bold;">kandırmaca</span>. Müşterilere karşı bir tür <span style="font-weight: bold;">komplonun</span> parçaları.<br /><br />Pegasus web sitesinde birkaç deneme yaptım. Bir ay sonrasına İstanbul-Münih bileti almaya çalıştım. Sonuçta çıkan fiyat 300 Euro'nun üstünde oldu. Bir de İstanbul-Bodrum uçuşu denemeye karar verdim. Bu sefer iki ay sonrasına baktım ve karşıma gelen saat seçeneklerinden en ucuz olanlarını seçtim. Sonuç: Ağustos ayı için İstanbul-Bodrum arası 286 Lira. Bedavadan <span style="font-weight: bold;">oldukça uzak</span> fiyatlar değil mi?<br /><br />Aynı şekilde THY ile de denemeler yaptım. İlk sayfada New York ve Nice gibi promosyonlu bilet fiyatlarının reklamları vardı. Çoğunun ortak özelliği ise promosyon süresinin geçmiş olmasıydı. Örneğin, 139 Euro fiyat ile reklamı yapılan Nice promosyonunun son günü 31 Mayıs. Bense 12 Haziran günü bakıyorum THY sitesine. Bu da elbette <span style="font-weight: bold;">kandırmacanın bir parçası</span>. Bilet fiyatlarını hala daha ucuzmuş gibi göstermek için uygulanan bir kandırmaca. Gerçekte, bu biletler hiçbir zaman ucuz değildi. 169 Euro diye reklamı yapılan İstanbul-Madrid uçuşunu deneyince gördüğüm gibi.<br /><br />Bu uçuş için karşıma çıkan bilet fiyatı 1498,40 Lira oldu. Sanırım (?!) 169 Euro'dan çok daha fazla ediyor. Bu arada, reklam Euro kullanırken, gösterilen fiyat Lira cinsinden. Bu da <span style="font-weight: bold;">başka bir kandırmaca</span>: 169 Euro'yu Lira cinsinden yazsalardı daha büyük bir sayı ortaya çıkacaktı (yaklaşık 330 Lira). 169 Euro birçok insana 330 Liradan daha az gözükebileceği için bu yöntemi tercih etmişler. Bu konuda Pegasus'tan daha zekice davranmışlar. Çünkü Pegasus 109 Lira diye reklamını yaptığı uçuşun fiyatını bana 213 Euro olarak göstermişti. Halbuki 109 Lira yerine 55 Euro diye reklam da yapabilirlerdi.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKxbjBFE2kuLiUcnT_mC2VR4lom09QFK4cHfPK6vmcIKJ6BjT0i2g3lzRyPzRjctRCXEFWMm5c9-gqnIaIlLEoiHOGuLJaSnD9R3-EScVl6DtmX3ZOa2jEzYacPWi9yBb_sSKca0xZjskX/s1600-h/THY_bilet_120608.gif"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKxbjBFE2kuLiUcnT_mC2VR4lom09QFK4cHfPK6vmcIKJ6BjT0i2g3lzRyPzRjctRCXEFWMm5c9-gqnIaIlLEoiHOGuLJaSnD9R3-EScVl6DtmX3ZOa2jEzYacPWi9yBb_sSKca0xZjskX/s400/THY_bilet_120608.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5211016876082721170" border="0" /></a>Pegasus'un bedava biletleri yalan mı diye sorabilirsiniz. Yanıt <span style="font-weight: bold;">evet</span>. Çünkü Pegasus yolcularından biletleme ücreti olarak 10 Lira ve de bunun üstüne de havaalanı vergilerini istiyor. 286 Liralık İstanbul-Bodrum uçuşunun biletleme ücreti ve havaalanı vergileri toplam 83 Lira ediyor. Yani bu fiyatın altında İstanbul-Bodrum bileti <span style="font-weight: bold;">alamazsınız</span>. Peki 83 Liranın altında bilet fiyatı olmadığına göre, nasıl oluyor da Pegasus "bedava" diye reklam yapabiliyor?<br /><br />Anlaşıldığı kadarıyla bu kandırmacalar Reklam Kurulu'nun da dikkatini çekmiş ki, <a href="http://www.sanayi.gov.tr/webedit/gozlem.aspx?sayfaNo=3940">THY ve Pegasus'a ayrı ayrı 60 bin Lira ceza vermiş</a>:<br /><blockquote>Reklam Kurulu, THY ve Pegasus'a, ucuz bilet reklamlarında ilan edilen fiyatlara vergi ve diğer ücretlerin dahil edilmemesi suretiyle tüketicinin yanıltıldığı gerekçesiyle 60 bin'er YTL idari para ve reklamları durdurma cezası verdi.</blockquote>Gördüğünüz gibi 60 bin Lira bu şirketler için caydırıcı olmamış; çünkü hala daha web sitelerinde yalan reklamlarla müşteri çekmeye çalışıyorlar.<br /><br />Bir deney yapabilsek ve havayolu şirketlerinin pazarlama bölümü çalışanlarına Türkiye'de herşeyin bedava olduğunun ilanını verebilsek nasıl olurdu acaba? Örneğin "bu ayakkabı sizin için bedava" deseydik; ama iş satın almaya gelince "taşıma, işçilik, kira ve diğer ücretlerden dolayı 100 Lira ödemeniz gerekiyor". O zaman anlarlar mıydı yaptıklarının nasıl bir kandırmaca olduğunu?Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-6219109979286768932008-03-29T11:49:00.000+02:002008-03-31T11:08:15.010+03:00Sağlık Sisteminde SavurganlıkTıpta çok pahalıya mal olan bazı görüntüleme teknikleri kullanılıyor; örneğin MR gibi. MR çektirip resimleri ve teşhis mektubunu koltuğunuzun altına alıp gidiyorsunuz. Eğer teşhis ciddi bir hastalığa işaret etmiyorsa, resimleri de mektubu da unutuyorsunuz. Genellikle yıllar sonra bu resimler—kontrol için yeniden gerektiğinde—bir daha bulunamıyorlar. Hasta olarak bunları saklamadığınız gibi, bir sürü para verip MR çektirdiğiniz yerin de bunları saklanmadığını öğreniyorsunuz. Neden?<br /><br />Neden bu kadar masraflı tanı yöntemleri sadece bir seferlik kullanılıyor ve sonra atılıyorlar? Filmleri DVD'ye kaydedip tekrar tekrar seyredebiliyoruz; ama bu görüntüleri saklayamıyoruz. O yüzden de birçok defa gereksiz yere aynı görüntüleme işlemi yeni baştan yapılıyor; bir önceki kayıp diye. Ne kadar gelişmiş olursa olsun, dünyada bu soruna çözüm bulmuş bir ülke yok. Bu savurganlık beni şaşırtıyor.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-61592182080791166892008-02-21T16:49:00.003+02:002008-08-27T11:48:28.403+03:00Sigara İçenler İkinci Sınıf Vatandaş mı?Sigara konusu açılınca arada sırada duyduğum bir söz de şudur: "<em>Sigara içenlere resmen ikinci sınıf vatandaş gibi davranılıyor.</em>" Özellikle bu sözü sigara içmeyen insanlardan duymak bana şaşırtıcı geliyor. Neden mi?<br /><br />Düşünün ki öğle yemeği için bir lokantaya gittiniz. Yemek sırasında, etrafınızdaki masalaradan birileri arada sırada kalkıp yanınıza geliyor ve size bir yumruk attıktan sonra masasına geri dönüp yemeğine devam ediyor. Niye yaptıklarını sorduğunuzda size şöyle yanıt veriyorlar: "<em>Yumruk atmak hoşuma gidiyor, bütün günün stresini üzerimden atıyor. Ayrıca kilomu korumam konusunda da yardımcı oluyor bana.</em>"<br /><br />Şimdi de seksten sonra yanındaki eşine <strong>orgazm yumruğu</strong> atan birisini gözünüzün önüne getirin.<br /><br />İşte, sigara içenlerin sigara içmeyenlere yaptıkları bu örneklerdeki yumruk atmaya benzetilebilir. Nasıl ki birlerinin size gelip yumruk atmasını kabul etmezsiniz, bulunduğunuz ortamda sigara içilmesini de kabul etmemeniz gerekir. Çünkü ikisi de birilerinin zevki için, sizin sağlığınızı tehlikeye atan durumlar. Ekonomi dilinde buna <strong>olumsuz dışsallık</strong> (İngilizce: <em>negative externality</em>) deniyor.<br /><br />Bazıları bu yazdıklarıma karşı çıkıp, "<em>sigara içmeyenler, sigara içenlerin olduğu yerlere gitmesin</em>" önerisini getirebilirler. Ancak bunun uygulanması neredeyse imkansız; çünkü sigara içilmeyen lokanta, bar, kafe veya kahvehane yok gibi. Sigara içilmeyen bölümü olan lokantalarda bile bu bölümlere sigara dumanı doluyor. (Avrupa'nin ortasındaki bir ülkede, bir amerikan lokantasında, sigara içilmeyen yer isteyince bana tuvalet kapısının önündeki bir masayı vermişlerdi.) Kısacası, şimdiye kadar asıl <strong>sigara içmeyenelere</strong> ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılıyordu.<br /><br />Bazıları da sigaranın sadece sigara içenlere zarar verdiğini, buna kimsenin karışmaması gerektiğini iddia edebilir. Zaten kimse sigara içenlerin sadece kendilerine zarar vermelerine karışmıyor. Sigara yasaklarıyla engellenmek istenen, <strong>sigara içenlerin içmeyenlere verdiği zarar</strong>. Yoksa herkes istediği kadar sigarayı açık havada veya kendi evinde içme konusunda serbest. AB'nin gençleri sigaraya başlamamaya teşvik için hazırladığı <a href="http://en.help-eu.com/pages/lsv-tp_1-3-14-LE_SAVIEZ_VOUS.html">web sitesine</a> göre, AB'de her yıl yaklaşık <strong>19 000</strong> sigara içmeyen insan, sigara içenler yüzünden ölüyor. Amaç bu insanların <strong>öldürülmesini</strong> <strong>engellemek</strong>.<br /><br />Bir dahaki sefere biri sizden izin almadan yanınızda sigara içmeye başlarsa, ona bir yumruk atmayı deneyin. Eğer bir şey demezse, sigara içmeye devam edebilir.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-59903935392254258892008-02-14T13:17:00.002+02:002008-02-22T00:04:19.221+02:00Sigara Yasakları ve LokantalarÖzellikle bar ve lokanta sahipleri Türkiye'de uygulanması kararlaştırılan geniş kapsamlı sigara yasağına, bu yasağın müşteri sayılarını düşüreceği korkusuyla karşı çıkıyorlar. Türkiye'de bar sayısı gözardı edilebilecek kadar az olduğu için ben konuya lokanta sahiplerinin gözünden bakmaya çalışacağım. Sanırım lokanta sahipleri sigara yasağının sonuçlarının ne olacağını tam kestiremiyorlar:<ul><li>Müşteriler lokantaya yemek ve içmek için gidiyorlar; sigara içmek için değil. Bu yüzden de sigara içen müşteri sayısında azalma olacağını beklemiyorum.<br /></li><li>"Duman altı" olmaktan korktuğu için lokantalara uğramayan sigara içmeyenler, lokantaların müşteri sayısını arttırabilirler.</li><li>Eğer bu yasaklar gerçekten uygulanabilirse, Türkiye'de sigara içen sayısında azalma olacağını bekleyebiliriz. Hem bu yüzden, hem de lokantada sigara içememekten dolayı, müşterilerin daha çok harcama yapması beklenebilir. İştahı kapattığı bilinen sigara olmayınca, müşterilierin iştahlarında bir artış olacaktır. Bu da lokantaların satışlarını arttırmasını sağlayacaktır.<br /></li></ul>Sonuç olarak ben, sigara yasağının lokantalar için daha iyi olacağını düşünüyorum. Son yapılan araştırmalar da örneğin Avustralya ve İrlanda'daki yasakların lokanta ve hatta bar müşteri sayısını arttırdığını gösteriyor.<br /><br />Dünyadaki gelişmiş ülkelerin çoğu Türkiye'nin planladığı sigara yasağına benzer yasakları çoktan uygulamaya başladılar bile. Ama Avrupa'daki iki ülke bu konuda Türkiye'nin de <span style="font-weight: bold;">gerisindeler</span>. Sigara içenler için cennet, içmeyenler için cehennem olan bu iki <span style="font-weight: bold;">geri</span> ülke şunlar: <span style="font-weight: bold;">Almanya ve Avusturya</span>.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-87275486148198561972008-01-25T11:34:00.001+02:002008-02-22T00:03:50.926+02:002007 Yabancı Fon Raporu<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCMhdrTNqjJwmhwBiffQgwp-dYVZ2ONPPHo3Xjt2Iq-VlmuiijmVqYaxfopQCjt0z93jNAOjztTsIyAvWGki3M1ULFb6AiURO_2C0LIL0PfvyBRVPsW5bNLsgdwk25JQU0UOtfZcz-tvkH/s1600-h/2007_fonlarvsimkb.gif"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCMhdrTNqjJwmhwBiffQgwp-dYVZ2ONPPHo3Xjt2Iq-VlmuiijmVqYaxfopQCjt0z93jNAOjztTsIyAvWGki3M1ULFb6AiURO_2C0LIL0PfvyBRVPsW5bNLsgdwk25JQU0UOtfZcz-tvkH/s320/2007_fonlarvsimkb.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5157866746102045282" border="0" /></a>Forbes Türkiye'nin Ocak 2007 sayısında, Türkiye'de satılan fonların performansları karşılaştırılmış. Forbes'daki verilere göre, toplam 68 fon içinde <span style="font-weight: bold;">sadece</span> 3 tanesi İMKB 100 endeksinden daha iyi getiri sağlamışlar. Burada hemen şu soru akla geliyor: Yerli fon yöneticileri, yabancı fon yöneticilerinden daha mı başarısız? Sanırım bu sorunun yanıtı birçok insan için "evet". Medyadaki haberlere bakılacak olursa, Türkiye'de yabancılar borsadan çok iyi para kazanıyorlar.<br /><br />Sorunun gerçek yanıtını bulabilmek için ben de yurtdışında satılan ve Türkiye'deki hisse senetlerine yatırım yapan fonların 2007 yılı getirilerini derledim. Yandaki tabloda bu getirileri yukarıdan aşağıya sıralı bir şekilde gösteriyorum. Hemen görüldüğü gibi, toplam 10 fon içinde İMKB 100 endeksinden daha iyi getiri sağlayan sadece bir tane fon var. Viyana'dan yönetilen <span style="font-style: italic;">ESPA Stock Istanbul</span> fonu, diğer fonları açık ara geride bırakmış. Listedeki fonların çoğu Avrupa'dan yönetilen fonlar. <span style="font-style: italic;">Turkish Investment Fund</span> Amerika'da borsa üzerinden alınıp satılabilen bir fon. Bu fon aynı zamanda en uzun süredir piyasada olan fon (1990 yılından beri). Listedeki son fon ise İŞ Bankası'nın yönettiği ve daha çok Almanya'daki yatırımcılara hitap eden bir fon.<br /><br />Bu kadar veriden sonra sanırım şunları diyebiliriz:<br /><ul><li>Fonlara yatırım yapan yabancılar IMKB'de Türklerden daha çok para kazanmıyorlar.</li><li>Yerli ve yabancı yönetici farkı olmaksızın fonlar genelde endeksten daha kötü getiriyor.<br /></li></ul>Şimdi de şu soru akla geliyor: Yatırımcılar neden <span style="font-weight: bold;">endeksten daha kötü getiren fonlara</span> para yatırıyorlar?Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-69175532859170313462008-01-18T16:31:00.000+02:002008-01-18T16:42:02.157+02:00Pazarlama GurularıPazarlama gurularına dökülen paralar beni her zaman için şaşırtmıştır. Bunu iki sebebi var:<br /><ol><li>Söyledikleri şeyleri internette iki dakika içinde bulup bedavaya okuyabilirsiniz.<br /></li><li>İddia edildiği gibi konularında uzman kişiler değiller. Tek başarıları, insanları yüksek paralar vererek onları dinlemeye ikna etmiş olmaları.</li></ol>Bu konuda daha fazla yazmayıp, geçenlerde <a href="http://www.uykusuzdergi.com/"><span style="font-style: italic;">Uykusuz</span></a> dergisinde bulduğum bir yazıyı sizinle paylaşacağım. Bu yazıyı, Barış Uygur'un <span style="font-style: italic;">akıl fikir ofisi</span> adlı köşesinden aldım.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxCDgPvdDb4XZCOiz1PadO9IahNJiUBHtQS_lIASAOsz6YhawzifQklC3zoQWi4sQ200Sf25mGU8CmyXBQSskq8tm7UWolBTtP7xNOIsXV5ogYR81Za8BUT9L0eOyWcVRKJZzTNFaRM2P7/s1600-h/gurular_BarisUygur.gif"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxCDgPvdDb4XZCOiz1PadO9IahNJiUBHtQS_lIASAOsz6YhawzifQklC3zoQWi4sQ200Sf25mGU8CmyXBQSskq8tm7UWolBTtP7xNOIsXV5ogYR81Za8BUT9L0eOyWcVRKJZzTNFaRM2P7/s400/gurular_BarisUygur.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5156826311749425746" border="0" /></a>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-4190439763840720182007-12-21T14:44:00.000+02:002007-12-23T23:46:05.983+02:002007: Bir Uçuş Macerası (2007: A Flight Odyssey)Uçak yolculuklarında pilotlara hayatımızı emanet ediyoruz. O yüzden de bir uçak yolculuğundaki en önemli kişinin kim olduğu sorusuna yanıt çok basit: Kaptan pilot, yani uçaktaki en kıdemli pilot. Peki, bir kişinin önemli olması bizim ona <span style="font-weight: bold;">gereksiz yetkiler</span> vermemizi geçerli kılar mı?<br /><br />Bana bu soruyu sorduran, <span style="font-weight: bold;">Sun Express</span> ile olan uluslararası uçuşumuza iki kedimizle birlikte çıkmaya kalkınca yaşadıklarımız oldu. Uçuşumuzun biletlerini aylar öncesinden almış ve kedilerimizle ilgili gerekli bütün bilgileri firmanın rezervasyon bölümüne iletmiştik. Her şeyin yolunda olduğuna dair onay gelince de tatil planlarımızı yapmaya başlamıştık. Bu, kedilerimizle ilk uçuşumuz olmadığı için bizim için olağan bir prosedürdü. Farklı olan ise, uçağa binerken yaşadıklarımız oldu.<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Eğitimsiz Havaalanı ve Havayolu Çalışanları</span><br /><br />Havaalanına gidince, önce bir yer görevlisi hiç de nazik sayılamayacak bir davranış ve ses tonuyla, sanki şüpheli bir davranış içerisindeymişiz gibi, kedileri yanımıza alıp alamayacağımızı pilota sorması gerektiğine karar verdi. Bu davranışı <span style="font-weight: bold;">kurallardan habersiz</span> olduğunun bir göstergesiydi elbette. Kabin içinde evcil hayvan taşınabileceğini hayatında duymayan birisine rastlamıştık anlaşılan. Eşim ve ben yüzlerce defa uçmuş insanlar olarak buna pek şaşırmadık. Birçok durumda kurallardan habersiz, işini doğru düzgün yapamayan ve de gerekli eğitimi almadan çalışan birçok yer görevlisi, hostes, rezervasyon memuru gibi insanlarla değişik sebeplerden dolayı tartışmış insanlar olarak, alışılmış bir durum yaşıyorduk. Bu sefer farklı olan ise standart prosedürleri olan, ki bunlar yerine getirilmişti, bir konuda pilota danışılması ve onun verdiği karardı.<br /><br />Önce, sorun olmadığını söyleyip bizi uçağa gönderdiler; ama uçak kapısında pilotun eşim ve beni aynı sıradaki koltuklara oturtmama kararını ilettiler bize. Önce pilotun böyle bir kararı hangi mantığa dayandırarak verdiğini anlamakta zorlandık biraz. Kedilerin bir araya gelip, tırnaklarını da silah olarak kullanarak, uçağı <span style="font-weight: bold;">Kuş</span>adası’na kaçırma teşebbüsünde bulunmalarından korkmuş olabilir miydi acaba?<br /><br />Asıl mantığı, güvenlikten sorumlu birisi bize daha sonra şöyle açıkladı: ‘<span style="font-style: italic;">Pilot, kedilerin yolculuk sırasında birbirleriyle kavga edebileceğini söylüyor. Kedilerin 13 yıldır beraber yaşadıklarına ve daha önce uçakla yolculuk ettiklerine de inanmıyor.</span>’<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Pilotluk ve Zeka</span><br /><br />Pilotların zeki olduklarını düşünürüz, karmaşık bir aracı kullanmayı başarmalarından dolayı olsa gerek. Ama bu zeki insanlardan biri çıkıp, iki ayrı kapalı kutudaki kedilerin, bu kapalı kutuların içinden birbirleriyle uzaktan kavga edebileceklerini ve bu durumun uçuş güvenliğini tehlikeye atabileceğini düşündüğünü söylerse, pilotları hala daha zeki insanlar olarak görmeye devam edebilir miyiz? Üstelik evcil hayvanların aşı karnelerinden sahipleri ve yaşlarıyla ilgili bilgileri görebileceğinden habersiz bu pilotun, daha önce hiç görmediği insanların yalan söylediklerini iddia edebilmesi de bana ‘zeki’ ve ‘pilot’ kelimelerini rahatça yan yana kullanılmaması gerektiğini göstermiş oldu.<br /><br />Kapalı kutuların içindeki kedilerin kavga edip uçuş güvenliğini tehlikeye attığını gören veya duyan var mıdır? Elbette tarihte böyle bir olayla karşılaşılmamıştır. Ama uçakta kavga eden küçük çocuklara rastlama olasılığı çok daha yüksek olmasına rağmen, ne çocuklar uçağa binerken pilota sorulur, ne de birbirlerinden uzakta oturtulurlar.<br /><br />Az sonra bu olayın bir sebebi olarak da Türk insanının hayvan düşmanlığından bahsedeceğim ama önce yazımın başındaki soruyu tekrarlamak istiyorum: Bir kişinin önemli olması bizim ona gereksiz yetkiler vermemizi geçerli kılar mı?<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Modern Kurumlarda İş Paylaşımı</span><br /><br />Modern toplumu ilkel toplumlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi iş paylaşımıdır. İlkel toplumlarda insanlar bütün işlerini kendileri yapmak zorundadırlar. Modern toplumlarda ise herkes uzmanlaştığı işlerle ilgilenir, böylece insan gücü daha verimli kullanılmış olur. Herkes en iyi yapabildiği işi yapar (en azından hedef budur). Modern toplumun kurumlarından olan havayolu şirketleri de böyle çalışırlar. Rezervasyonla pilot ilgilenmez. Hostes uçak uçurmaz. Benzer şekilde, evcil hayvanların uçuş güvenliğini tehlikeye atıp atmadığına karar vermek, normal durumlarda, pilotun görevi değildir.<br /><br />Bizim durumumuzda da, Sun Express’in rezervasyon bölümü bize bileti satmadan önce karar vermiş ve biz uçağa binerken de normal şartlar hala daha devam ettiği için konu kapanmıştır. Normal olmayan durumlar için bazı havayolu firmalarının havaalanlarında uçuş güvenliğinden sorumlu çalışanları vardır ve bu kararı onlar verirler. Bunun sebebi pilotun en iyi yaptığı işe yoğunlaşmasını sağlamaktır.<br /><br />Doğru işi yapmayan insan doğru zekâda görülmez. Dünyanın en zengin insanı Bill Gates’i marangoz olarak çalıştırdığınızı düşünün. Sizce ne kadar zeki bir marangoz görüntüsü çizerdi kafalarda?<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Güç Yozlaştırır</span><br /><br />Toplum ve kurumlar için bir diğer tehlike kaynağı da yozlaşmadır. İnsanların yozlaşmaları onlara verilen güçle doğru orantılı olarak artar. 19. yüzyıl tarihçilerinden Lord Acton bu gözlemi ünlü bir sözünde şöyle ölümsüzleştirmiştir: “<span style="font-style: italic; font-weight: bold;">Güç yozlaştırır</span>”. Bu yozlaşma genelde politika alanında gösterir kendini. Bunun yanında gereksiz şekilde bazı kişilere aşırı gücün verildiği firmalarda da sıkça çıkar karşımıza. Çalışanlara verilen gereksiz yetkiler onlara gereksiz yere güç vermekle eşdeğerdir. Amerikan havayollarında pilotlara verilen bir yetki buna iyi bir örnek gösterilebilir. Bir Amerikan havayoluyla uçuyorsanız, sadece derinizin rengi yüzünden veya tipinizi beğenmediği icin pilot tarafından reddedilebilirsiniz. Pilotlara verilen bu yetkinin birden çok defa gelişigüzel kullanıldığını belki haberlerden izlemişsinizdir.<br /><br />Son yıllarda hızla büyüyen havayolu taşımacılığı, beraberinde akut bir pilot açığı sorununu da getirdi. Böylece pilotların eline önemli bir koz geçmiş oldu. Geçen yıl Avrupa havayollarından birisinin pilotları, havayoluna başkaldırmış ve artık yer görevlileriyle beraber aynı yemekhanede yemek istemediklerini, kendilerine ayrı bir yemekhane açılmasını istemişlerdi. Vazgeçilmez oldukları bilincinin verdiği güçle kendilerini normal çalışanlardan daha üstün görmeye başlamışlardı. Havayolunun tepkisi bu gücü ellerinden almak oldu: Pilotların yaklaşık %20’si işlerinden çıkarıldı.<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Hayvan Sevgisi(zliği) ve </span><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Lüks Tüketim</span><br /><br />Ben, yaşadığımız olayda işini ve sorumluluğunu bilmeyen veya gereksiz yetkileri kullanan insanların yanında, diğer bir faktörün de çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. O da yukarıda kısaca bahsettiğim hayvan düşmanlığı.<br /><br />Havaalanında karşılaştığımız görevlilerin bize bakışlarından ve davranışlarından ne düşündüklerini tahmin edebiliyorum. Birçoğunun düşüncesi şu: “<span style="font-style: italic;">Afrika’da açlar ölürken bunlar kedilere bir sürü para harcıyorlar.</span>” Böyle düşünenlere söyleyeceklerim var.<br /><br />Evet, Afrika’da açlar ölüyor ve de kedi beslemek bedavaya mal olmuyor. Ama kedi beslemek örneğin bir hostesin kuaför harcamalarından veya ayakkabı ve elbise masraflarından çok daha az. O yüzden ben de soruyorum: Afrika’da açlar ölürken nasıl kuaföre gidiyor, ayakkabı alıyor veya cep telefonu kullanabiliyorsunuz? Hele, Türkiye gibi <span style="font-weight: bold;">lüks tüketime düşkün bir ülkede</span> yaşayan insanlar olarak kedi besleyenlere nasıl bu gözle bakabilirsiniz? Hayatınızda hiç Afrikalılara yararınız dokundu mu? Nasıl oluyor da Afrika’da açlar ölürken bu ülke gazete ve dergilerinde sürekli <span style="font-weight: bold;">diyet tarifleri</span> yayımlanıyor?<br /><br /><span style="font-weight: bold; color: rgb(51, 51, 51);">Normale Dönüş</span><br /><br />Bu yazıyı dönüş uçuşundan önce yazmaya başlamıştım ve burada ara verdim. Çünkü dönüş uçuşunda, her ne kadar olasılık az olsa da, aynı şeyin tekrar edip etmeyeceğini bilmiyordum. Şu anda dönüş uçuşundan sonra evde kedilerimle beraberim. Onlar televizyon karşısında <span style="font-weight: bold;">kuş belgeseli</span> izlerken, ben de yazıya devam ediyorum. Ne mi oldu?<br /><br />Dönüş uçuşunda kimsenin aklına gereksiz birine, yani pilota, gelişigüzel karar verebileceği bir şeyi sorma fikri gelmedi. Herkes kendi işini olması gerektiği gibi yaptı. Böylece pilota sadece uçağı uçurmak, yani <span style="font-weight: bold;">asıl görevini</span> yapmak kaldı.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-54985479195589013722007-12-17T16:28:00.000+02:002007-12-23T23:41:55.589+02:00Noel ve Tüketim ÇılgınlığıEğer Aralık ayında Amerika veya Avrupa şehirlerinde dolaşmışsanız, tüketim çılgınlığının ne boyutlara ulaştığını görmüşsünüzdür. Özellikle normalde boş olan Avrupa sokaklarının birden bire nasıl Asya ülkelerininkiler kadar kalabalıklaştığına şahit olmak ilginç bir deneyim: Kendinizi çekik gözlü olmayan Çinlilerin ülkesinde hissediyorsunuz.<br /><br />Amerika'da <span style="font-style: italic;">Şükran Günü</span> ve <span style="font-style: italic;">Noel</span> arasındaki yaklaşık bir aylık zaman tüketimin çılgınlık boyutlarına ulaştığı bir dönemi temsil ediyor. Bir yıllık satışlarının yaklaşık %25'ini bu ay içinde yapan perakendeciler, yıllık kârlarının ise yaklaşık %60'ını gene bu dönemde kazanıyorlar. Batı ekonomileri için bu dönemin önemi çok (<span style="font-weight: bold;">ama çok</span>) büyük.<br /><br />Aynı dönem gene tüketicilerin <span style="font-weight: bold;">en gereksiz</span> alışverişlerini yaptıkları zamanı da temsil ediyor. Herkesin birbirine hediye aldığı bu zamanda, asla okunmayacak kitaplara, dinlenmeyecek CD'lere, izlenmeyecek DVD'lere, giyilmeyecek kıyafetlere, kullanılmayacak ıvır zıvıra dökülen paralar, aslında ekonomi için büyük kayıp teşkil ediyor.<br /><br />Ekonomide <span style="font-style: italic;">dara kaybı</span> (İngilizce <span style="font-style: italic;">deadweight loss</span>) diye adlandırılan bu kaybın sebebi, ürünü satın alanların o ürünü kullanacak insanlar olmaması. Bir ürünü kullanacak kişi, o ürüne ne kadar para vermesi gerektiğine en iyi karar verebilecek kişidir. Ama Noel zamanı o ürünü alanlar genelde hediye etmek için aldıklarından, o ürüne gereğinden daha fazla para verirler. Elbette hediye edilen şeyin manevi değerinin parayla ölçülemeyeceğini de belirtmem lazım. Gene de sırf hediye vermiş olmak için harcanan paralar, bence çok daha yararlı amaçlar için kullanılabilirdi.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-41949967996154297572007-10-30T19:09:00.001+02:002007-12-23T23:40:58.745+02:00Cenneti Yok EtmekBugün yabancı bir firmanın dokümanlarından birisinde ilginç bir grafiğe rastladım. Yazının sonuna eklediğim bu grafik, OECD ülkelerinde ve <span style="">Ç</span>in'deki atık suların arıtılma oranlarını gösteriyor. Doküman <span style="">Ç</span>in'e yönelik olduğu için <span style="">Ç</span>in'in bazı eyaletleri de ekstra gösterilmiş. Grafiğin en tepesinde görebileceğiniz gibi Türkiye, atık sularını en az arıtan ülke konumunda. Yani kirlettiğimiz suları doğrudan doğaya bırakıyoruz. Diğer ülkeler bu suların çevreye zararını en aza indirgemeye çalışırken, bizimse pek umurumuzda değil sanırım.<br /><br />"<span style="font-weight: bold;">Cennet vatan</span>" deyimini yakında tarihe karışıtıracağız anlaşılan.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsuhqaDs0NybwNYqpL9QDJ9W-IpXwxOAtZxLfN-l4hD_AoBIkseh00yjSsu12AJB6sS-KznGjK5qbrQ6iKJyjaddeSAzy0REcd3fgSQ5kGZxmj4kRxWrGo6Q5If6fq2H06D60ksBLC7wMC/s1600-h/wastewater.gif"><img style="cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsuhqaDs0NybwNYqpL9QDJ9W-IpXwxOAtZxLfN-l4hD_AoBIkseh00yjSsu12AJB6sS-KznGjK5qbrQ6iKJyjaddeSAzy0REcd3fgSQ5kGZxmj4kRxWrGo6Q5If6fq2H06D60ksBLC7wMC/s320/wastewater.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5127180892721613650" border="0" /></a>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-55864515912841391522007-10-23T17:32:00.002+03:002008-08-27T12:08:54.521+03:00Peşin Fiyatına Taksit<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 29.06.2006</span><br /><br />Çok görmüşsünüzdür; birçok ürün peşin fiyatına taksitle satılıyor. Ya da en azından öyle olduğu izlenimi veriliyor tüketicilere. Gerçekte, peşin fiyatına taksitle kavramı rasyonel olmadığı için, uygulandığını şimdiye kadar görmedim. Her şeyin bir ilki vardır elbette!<br /><br />Geçenlerde ilk defa bir satıcı bana, bir yazıcı için, peşin fiyatın taksitli fiyatıyla aynı olduğunu ve nakit ödemede indirim yapamayacağını söyleyince şaşırdım. Daha sonra satıcıya hiç peşin fiyatını verip alışveriş yapan müşteri çıkıyor mu diye sordum. Yanıt gene beni şaşırttı; çünkü böyle çok müşteri varmış.<br /><br />Neden şaşırdığımı anlatabilmek için önce, <span style="font-style: italic;">peşin fiyatına taksitle</span> kavramının neden rasyonel olmadığını açıklamam lazım. Bunu da en iyi bir örnekle yapabilirim. Varsayalım ki, 1200 liralık bir ürünü 12 ay taksitle veya peşin alma seçeneği veriliyor bana. Hangisini seçmeliyim?<br /><br />Bu durumda en rasyonel seçenek taksitli olanı; çünkü bu aldığım malı daha ucuza getirecek bir yöntem. Bunun için paramı herhangi bir bankada repoya yatırmam gerekiyor sadece (B tipi likit fon da olabilir). İlk taksit zamanı gelince yatırdığım paradan taksit miktarını çekip, satıcıya ödeme yapacağım. Bu arada yatırdığım 1200 lira biraz faiz getirmiş olacak. 2. ve daha sonraki aylarda da aynı işlemi tekrarlayacağım. Bir yıl sürenin sonuna kadar, sürekli ama giderek azalan (ana para azaldığı için) faiz gelirim olacak. Taksitler bitince de bu para bana kalacak. Eğer bu süre içinde aldığım yıllık faizi %15 varsayarsak, taksitler bitince banka hesabımda yaklaşık 90 lira fazladan kalmış olacak.<br /><br />Bu hesaplamada banka hesabımda fazla para kalmasına sebep olan şey, taksit olarak ödenmek için bekleyen para için aldığım faiz. Faizler sıfırın üzerinde olduğu sürece, her rasyonel tüketici taksitli alışverişi tercih etmelidir sonucu çıkıyor buradan. Elbette, sadece ve sadece peşin fiyatın taksitli fiyatla aynı olduğu durumlarda.<br /><br />Buraya kadar olaya tüketici açısından baktık. Peki satıcı açısından bu durum nasıl gözüküyor? Şimdiye kadarki tecrübelerimden çıkarımım şöyle: Satıcı için en kârlı olanı <span style="font-weight: bold;">taksitle satması</span>!<br /><br />Daha önceki yazılarımda taksitle alışverişin aslında kredi almaya eş değer olduğunu yazmıştım (bu konudaki <a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2007/10/taksitli-alveri.html">ilk yazımı</a> okumanızı özellikle tavsiye ederim). Enflasyonun %10'un altında olduğu bu zamanlarda bile taksitli alışverişte tüketicinin ödemek zorunda kaldığı faiz %35 dolaylarında geziyor. Bankalar %20 civarında tüketici kredisi verdiklerine göre, kabaca %15'lik farkın da satıcıların cebine gittiğini hesaplayabiliriz. Eğer satıcı banka anlaşmalı çalışmıyorsa, bu tek başına o satıcının müşterilerine kredi vererek %35 faiz aldığı anlamına gelir. Yani Türkiye'deki birçok satıcı aynı zamanda birer <span style="font-weight: bold;">mini banka</span>.<br /><br />Tekrar tüketici tarafına dönelim. Peşin fiyatına taksitli alışveriş rasyonel olmadığına göre ne yapılması gerek? Öncelikle tüketici olarak, eğer kredi alma düşünceniz yoksa, size zorla dayatılan peşin fiyatına taksitli alışverişi kabul etmemelisiniz. Araştırın sorun, mutlaka size (gerçek) peşin fiyatına satan birileri çıkacaktır. Çünkü eğer peşin fiyatına taksit seçeneğinde doğru tercihi yapıp bir malı taksitli alsanız bile, çok daha ucuza alma fırsatını kaçırmış olacaksınız. 1200 liralık bir malı aslında belki de 1000 liraya peşin ödemeyle sahip olabilirsiniz.<br /><br />Bir de devletin yapması gerektiğini düşündüğüm bir şey var; taksitli alışverişleri şeffaflaştırması. Devlet, her türlü taksitli alışverişte, satıcıya hesapladığı kredi faizini açıklama zorunluluğu getirmeli. Ancak o zaman tüketiciler, taksitli alışverişin gerçek yüzünü biraz olsun görebilirler.<br /><br /><span style="font-size:85%;"><span style="font-weight: bold;">Not:</span> 90 lirayı nasıl hesapladığımı merak edenler, Microsoft Excel'in <span style="font-family:courier new;">FV</span> fonksiyonunu kullanabilirler. Yukarıdaki örnek için ben <span style="font-family:courier new;">FV(0,0125;100;-1200;;1)</span> fonksiyonunu kullandım. Bu fonsiyonda 0,0125 aylık faizi, 100 aylık ödemeleri, 1200 ise toplam borç miktarını gösteriyor. Aylık faiz için önce </span><span style="font-size:85%;">yıllık faizi 12'ye, sonra da bunu 100'e bölmek gerekiyor.</span>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-51079882107457937642007-10-23T17:30:00.001+03:002008-08-27T12:10:54.018+03:00Taksitli Alışveriş (Yeniden)<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 29.06.2006</span><br /><br /><a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2007/10/taksitli-alveri.html">Taksitli Alışveriş</a> yazımı okuyanlara tanıdık gelecek bir olay yaşadım bugün. Bir satıcı, bana peşin fiyatı 1500 lira olan bir malı, 10 ay taksitle 1700 liraya satmayı teklif etti. Bu sefer de taksitli alışverişi kabul etmedim. Çünkü satıcının teklifi, yıllık faizi %35 olan bir kredi anlamına gelecekti benim için. Her ne kadar son zamanlarda enflasyonun yükselmesinden bahsedilse de, enflasyon hala daha yıllık bazda %10'un altında ve bankaların tüketici faizleri %20 civarında iken böyle bir teklif—çok acil ihtiyacınız yoksa eğer—elbette kabul edilemez.<br /><br />Taksitli alışverişlerde yıllık faizin nasıl hesaplandığını bir defa <a href="http://turkonomiks.blogspot.com/2007/10/taksitli-alveri.html">yazdığım</a> için tekrarlamayacağım.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-28304878773788733512007-10-23T17:28:00.000+03:002007-10-30T19:25:47.832+02:00Ülkenizde Kalın, Globalleşmeyin!<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 21.03.2006</span><br /><br />Son yıllarda globalleşme herkesin dilinde. Bu kavramın dostları da, düşmanları da çok. Hatta bazı ülkeleri de globalleşmeye dost ve düşman olarak tanımlamak mümkün. 9 Martta <a href="http://www.economist.com/">The Economist</a> dergisinde çıkan <a href="http://www.economist.com/markets/indicators/displaystory.cfm?story_id=5609011">kısa bir yazıdan</a> anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye globalleşmeye düşman grupta yer alıyor.<br /><br />The Economist, Dünya Bankası verilerine dayanarak, 5 yıllık bir pasaport için vatandaşın ne kadar harcaması gerektiğini ülkelere göre listelemiş. Listenin en tepesinde 334 dolarla Türkiye var. Hindistan, Endonezya ve Rusya gibi ülkelerde ise bu masraf 25 doların altında.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3G4PxcTmFErHEme6LAA8Fk0tjWrRlS0n256OQ_vJUACfjNxlssm9H3Ma6BQuM87iE1cAZgjpsJqmiMaQrHpwbSdvY9yTuuOwu0uuk35JVAI2v_K5Wg_NZ6Qpf12yt9-GGbqdqwDn1Nu2G/s1600-h/CIN377.gif"><img style="cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3G4PxcTmFErHEme6LAA8Fk0tjWrRlS0n256OQ_vJUACfjNxlssm9H3Ma6BQuM87iE1cAZgjpsJqmiMaQrHpwbSdvY9yTuuOwu0uuk35JVAI2v_K5Wg_NZ6Qpf12yt9-GGbqdqwDn1Nu2G/s320/CIN377.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5127182112492325730" border="0" /></a>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-79821764976044652632007-10-23T17:27:00.001+03:002008-08-27T12:12:45.662+03:00Tüketiciyi Yanıltmak<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 19.03.2006</span><br /><br />Türkiye'de tüketicinin pek de bilinçli olduğu söylenemez. Eğer öyle olsaydı, kredi kartlarıyla ilgili sorunlar bu kadar büyümezdi. Peki şirketler böyle bir durumda ne yapıyorlar? Elbette tüketicinin bilinçsizliğinden yararlanmaya çalışıyorlar. Buna en iyi örneklerden biri, kredi faizlerinin tüketiciye sunulma şekli.<br /><br />Eğer birikmiş paranızı mevduata yatırmak isterseniz, bankaların mevduat faizlerinin bugünlerde yaklaşık %13 olduğunu araştırıp öğrenebilirsiniz. Bu oran, yatırdığınız paraya karşılık (stopaj öncesi) bankaların size <span style="font-weight: bold;">yıllık</span> %13 faiz vermeleri anlamına geliyor. Peki kredi almak isterseniz durum ne? Bankaların reklamlarına bakarsanız faiz oranları çok düşük. Örneğin, bireysel kredi için sizden sadece %1.85 faiz isteniyor. Peki ama kredi için nasıl bu kadar düşük faiz isterler?<br /><br />İşin sırrı faizin sunuş şeklinde: Mevduat için bankalar rahatça <span style="font-weight: bold;">yıllık</span> faiz oranlarını yayınlarken, kredi için faiz oranlarını <span style="font-weight: bold;">aylık</span> olarak yayınlıyorlar. Böylece tüketicinin piyasa faizleriyle kredi faizlerini karşılaştırması zorlaştırılıyor. Aylık %1.85 faizin, yıllık yaklaşık %22 olduğunu (hem de diğer masraflar öncesi) tüketiciye açıkça söylemek, bankaların pek işine gelmiyor anlaşılan.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-75317111337422579702007-10-23T17:22:00.000+03:002007-10-23T17:26:53.335+03:00Türk Reklamı<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 24.12.2005</span><br /><br />Herkesin bildiği gibi reklamlar tam olarak gerçeği yansıtmazlar. Birçok reklamda açıkça yalan söylendiğine çok tanık olmuşsunuzdur. Buna rağmen, genelde neyin reklamının yapıldığına bakarak, o reklamın ciddiyetini anlayabiliriz. Peki reklamı yapılan şey bir ülkenin ekonomisiyse, o reklamın ciddi olması gerekmez mi? Bana sorarsanız evet derim. Böyle bir reklamda "yalan" söylenmesi bence doğru olmaz.<br /><br />Yıllarca uluslararası ekonomi ve finans dergilerinde dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin bile reklamlarının yayınlandığını görüp, Türkiye'nin reklamının ne zaman çıkacağını merak edip durdum. <a href="http://www.fortune.com/"><span style="font-style: italic;">Fortune</span></a> dergisinin 2005 yılı son sayısında böyle bir reklamı görünce önce sevindim; ama sonra reklamının kalitesinin pek iyi olmadığını farkettim. Toplam 12 sayfalık reklam ekinde beni en çok hayal kırıklığına uğratan, Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk'in bir iddiasıydı. Ferit Şahenk'in, <span style="font-weight: bold;">herkesin doğru olmadığını bildiği iddiasına göre</span> "Türkiye'de hemen hemen herkes İngilizce konuşuyor". Türkiye'ye yatırım yapmayı düşünenler bu iddiaya inandılar mı bilemeyeceğim; ama ortalama Türk insanının Türkçe'yi bile nasıl konuştuğunu bilenler için bu iddia oldukça komik. Bırakın hemen hemen herkesin İngilizce konuşmasını, Türkiye'nin en büyük havaalanındaki pasaport kontrolü sırasında İngilizce konuşmaya kalkarsanız, hergün yüzlerce turistle karşılaşan görevlilerin bile İngilizce bilmediğini görürsünüz.<br /><br />Türkiye'ye yabancı yatırımcının gelmesi için herkesin İngilizce konuşması elbette gerekmiyor. Buna rağmen komik iddialarla yatırımcı çekmeye çalışılması, bana ters tepecek bir stratejiymiş gibi gözüküyor.<br /><br /><span style="font-size:85%;"><span style="font-weight: bold;">Not:</span> Fortune dergisindeki iddiasında </span><span style="font-size:85%;">İngilizce orjinal haliyle </span><span style="font-size:85%;">şöyle diyor </span><span style="font-size:85%;">Ferit Şahenk: "Almost everyone in Turkey speaks English. The young people are especially internationally minded."<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Not, 19 Mart 2006:</span> Hürriyet gazetesindeki bir habere göre, TBMM tercümanlarının İngilizce seviyeleri bile yeterli değil: "8 TBMM Tercümanından 4'ü Dil Sınavında Başarısız Oldu", <a href="http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4102598.asp">Hürriyet, 19 Mart 2006 Pazar</a>.<br /><br /></span>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-30179244753855887602007-10-23T17:21:00.000+03:002007-12-23T23:43:43.593+02:00Taksitli Alışveriş<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 16.10.2005</span><br /><br />Geçenlerde bir satıcı, satın almak istediğim bir malın fiyatına ezberlemişcesine "<span style="font-style: italic;">peşin fiyatına 12 ay taksitle 1152 lira</span>" dedi. Peşin fiyatının taksitli fıyatıyla <span style="font-weight: bold;">aynı olamayacağını</span> bilmemden dolayı sorunca, peşin fiyatının 1000 lira olduğunu öğrendim. Ayda sadece ve sadece 96 liralık ödemelerle 12 ay sonra borcumu kapatabileceğimi anlatan satıcının tavırlarından, bana özellikle taksitli satmak istediğini anlamıştım. Zaten peşin fiyatıyla taksitli fiyat arasındaki fark, neden öyle davrandığını da açıklıyordu: Satıcı bana dolaylı yoldan özel tüketici kredisi vererek kendine ekstra kâr sağlamaya çalışıyordu; hem de yıllık yaklaşık %32 faizden. Enflasyonun %10'un altına düştüğü Türkiye'de, %32 faiz ödemek hiç de mantıklı gözükmemişti bana.<br /><br />Taksitli alışveriş Türkiye'de yıllardır uygulanıyor. Kredi kartı kullanımında olduğu gibi, bu konuda da dünyanın önde gelen ülkelerinden biriyiz. Ama sanırım sebebi aslında taksitli alışverişin ne olduğunu bilmememizden kaynaklanıyor.<br /><br />Peşin fiyatı 1000 lira olan (12 ay taksitli toplam fiyatı 1152 lira) bir mal için taksitle her ay 96 lira ödemeniz gerekiyor. İlk bakışta fark sadece %15 gibi gözüküyor ama aslında ödediğiniz faiz daha fazla; çünkü her ay bir miktar parayı geri ödüyorsunuz. Eğer 12 ay sonunda 1152 lirayı <span style="font-weight: bold;">toptan</span> ödemiş olsaydınız, ödediğiniz faiz gerçekten de %15 olacaktı. Taksitli ödeme halindeyse yıllık yaklaşık %32 faiz (nasıl hesaplandığı yazının sonunda) ödemiş oluyorsunuz.<br /><br />Aynı şekilde, bir bankaya gidip 1000 lira özel tüketici kredisi alıp ayda 96 lira taksitlerle 12 ayda bu krediyi geri ödeyebilirdiniz. Size maliyeti gene aynı yıllık %32 faiz olacaktı. Kısacası, taksitli alışverişte satıcı aynı zamanda size kredi veren banka işlevini de üstlenmekte ve bundan da her sattığı mal için <span style="font-weight: bold;">ekstra</span> kâr elde etmektedir.<br /><br /><span style="font-size:85%;"><span style="font-weight: bold;">Not:</span> %32 faizi nasıl hesapladığımı merak edenler, Microsoft Excel'in <span style="font-family:courier new;">RATE</span> fonksiyonunu kullanabilirler. Yukarıdaki örnek için ben <span style="font-family:courier new;">RATE(12;-96;1000;;1)</span> fonksiyonunu kullanarak önce aylık faizi, sonra da aylık faizi 12 ile çarparak yıllık faizi buldum.</span>Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8570366040511201694.post-60734546306254924442007-10-23T17:15:00.000+03:002007-10-23T17:26:19.866+03:00Hangisi Daha Kârlı?<span style="font-weight: bold;font-size:85%;" >Not:</span><span style="font-size:85%;"> Bu yazının ilk yayın</span><span style="font-size:85%;"> tarihi: 16.09.2005</span><br /><br />Koç grubunun Genel Müdürü Bülend Özaydınlı, <acronym title="Ordu Yardımlaşma Kurumu">Oyak</acronym> Genel Müdürü Coşkun Ulusoy'un yaptığı kârlılık karşılaştırmasını doğru bulmadığını; çünkü Koç ve Oyak'ın farklı kurumlar olduğunu belirtmiş ve eklemiş: "<span style="font-style: italic;">Elma bahçesiyle armut bahçesinin verimi aynı olmaz</span>". Elbette, bahçelerin verimleri farklı olur ama bu gene de bizim verimlilik karşılaştırması yapmamıza bir engel olamaz. Özaydınlı'nın önerisi "<span style="font-style: italic;">tüm verilerin şeffaflıkla ortaya konularak aynı baza getirilmesi</span>" yönündeymiş.<br /><br />Coşkun Ulusoy'un karşılaştırmada kulandığı veriler aslında aynen o yönde (Vahap Munyar'ın <a href="http://www.hurriyetim.com.tr/yazarlar/yazar/0,,authorid%7E44@sid%7E9@nvid%7E631600,00.asp">Hürriyet'teki yazısından</a> alınmıştır):<br /><br /><ul> <li><span class="hurtext"><b>OYAK HOLDİNG: </b>2004 yılı net dönem kârı 743.7 trilyon lira. Özsermayesi 3.7 katrilyon lira.<br /></span></li> <li><b>KOÇ HOLDİNG: </b>Net dönem kârı 508.4 trilyon lira. Özsermayesi 4.1 katrilyon lira.<br /></li> <li><span class="hurtext"><b>SABANCI HOLDİNG: </b>Net dönem kârı 724.1 trilyon lira. Özsermayesi 6.1 katrilyon lira.<br /></span></li> </ul>Veriler aynı baza indiğine göre karşılaştırmamızı rahatça yapabiliriz. İşte Türkiye'nin üç büyük grubunun kârlılıkları (özsermaye kârlılığı cinsinden ifadeyle):<br /><br /><ul> <li><span class="hurtext"><b>OYAK HOLDİNG: </b>%20</span></li> <li><b>KOÇ HOLDİNG: </b>%12<b><br /></b></li> <li><span class="hurtext"><b>SABANCI HOLDİNG: </b>%12</span></li> </ul>Görüldüğü gibi en kârlı grup gerçekten de Oyak Grubu. Oyak yatırdığı her 100 lira karşılığında 20 lira kâr ederken, Koç ve Sabancı sadece 12 lira kâr ediyorlar.<br /><br />Vahap Munyar aynı <a href="http://www.hurriyetim.com.tr/yazarlar/yazar/0,,authorid%7E44@sid%7E9@nvid%7E631600,00.asp">yazısında</a>, Koç'un son satın almalarıyla cirosunu 30 milyar dolara çıkartacağını ve bunun Koç'u dünyanın en büyük 166. şirketi konumuna getireceğini belirterek, Koç Grubu'nun artık "elma-armut" alınganlığı yapmasına gerek kalmayacağını söylüyor. Eğer ciro karşılaştırıyor olsaydık bu yazılanların doğru olduğunu kabul ederdim; ama konumuz kârlılık karşılaştırması olduğu için buna da karşı çıkmam gerekiyor. Daha fazla ciro yapıyor olmak daha kârlı olunduğu anlamına gelmiyor çünkü. Örneğin Fortune dergisinin hazırladığı dünyanın en büyük 500 şirketi listesinde 2004 yılı itibariyle 60 milyar dolar ciroyla 57. sırada olan Fiat, aynı yılı 2 milyar dolar zararla kapatmış. Yani yukarıda kârlılıklarını karşılaştırdığım üç grup da Fiat'tan daha kârlı; çünkü en azından kâr ediyorlar.Türkonomisthttp://www.blogger.com/profile/02004903157415297225noreply@blogger.com0